İbni Haldun’un coğrafya kaderdir sözü, daha sonraları coğrafî determinizm kavramı ile ifade edilir olmuş, coğrafî şartlar ile yönetim tarzları arasında bağlantılar oluşturulmuştur. Yönetim tarzını oluşturan unsurlar, düşünce sisteminden kaynaklanmış, yaşanılan coğrafya ise düşünce sistemine etki etmiştir.
Hz. Adem’in ismini, yaratılışında asıl öz olan “adamah” denen kırmızı çamurdan aldığı şeklindedir. Adamah kelimesinin de Sami kökenli adam, yani kırmızı kelimesinden geldiği bilinmektedir. Bu kelimenin de kökeninde “dam- dem “yani kan kelimesi vardır. İnsanın topraktan yaratıldığı fikri tüm dinlerde ortak görüş olarak kabul görmektedir.
İnsanın biyolojik yapısını, kültürünü, çalışma şeklini, ülke yönetim sistemini, düşünce sistemini hatta çocuk yetiştirme tarzını üzerinde yetiştiği toprak (coğrafya) belirlemektedir.
Yaşanılan coğrafyanın geniş ovalardan, alçak dağlardan oluşması insanları tarıma yönlendirmiş, tarımla uğraşan insanlar su gibi temel maddeleri ortak kullanmak zorunda kaldıkları için birbirleri ile iyi geçinmeye, birbirleri ile bir arada yaşamaya mecbur kalmışlar bu durum da devlet yönetiminde merkezî otoritenin oluşmasına, coğrafî şartlardan dolayı dış saldırıya açık oldukları için askerî bir yapının gelişmesine neden olmuştur.
Richard E. Nısbett’in Düşüncenin Coğrafyası adlı kitabında belirttiği gibi, çoğunlukla denize uzanan dağlardan oluşan Yunanistan coğrafyası, balıkçılığa, avcılığa, ticarete elverişli ortamı meydana getirmiştir. Ticaret haricindeki diğer alanlar bireysel hareket etmeyi, hayatta kalmak için alternatifli imkânları insanlara sunmuştur.
Topraktan verim alamayan kişiler denize; denizden istediğini alamayan kişiler dağlara yönelerek avcılığa yönelmiş, aç kalma risklerini en aza indirmişlerdir. İnsanlar bu geniş imkânlar ile elde etmiş oldukları ürünleri de pazara götürerek ticarete girme şansları olmuştur.
Bu durum insanların hayatta kalma şanslarını tek kaynağa bağlamaktan çıkarmış, onlara doğa karşısında daha özgürce hareket etme şansını vermiş bu da onların daha bireysel hareket etmelerinin önünü açmıştır. Doğaya karşı daha zalim, daha isyankâr olma, doğayı alt etme adına onu yenme, ondan daha fazla verim alma noktasında onları cüretkâr etmiştir.
Aynı şekilde geçiş noktalarında olmaları, her türlü kişiler ile karşılaşmaları düşünce farklılığını getirmiş bu da tartışma zeminini oluşturarak demokrasinin temellerinin kurulmasına yol açmıştır.
Bu düşünce tarzı Yunanlıları (ondan miras alan Avrupalıları da) daha kibirli, daha öz güvenli, daha da küstah yapmıştır. Aristo Asyalıların köle, Yunanlıların ise sahip olarak yaratıldığını zira Asyalıların bedenlerini, Yunanlıların ise kafalarını çalıştırdığını söylememiştir.
Asyalılar tarıma mahkûm oldukları için daha kaderci, az yetinmeye alışık, birbirlerine daha fazla bağlı kalmışlardır. Bu düşünce sistemi çocuk yetiştirme kültürünü de etkilemiş, aileler çocuklarına karşı daha korumacı ve daha da sahiplenici olmuşlardır.
Batılıların serbest düşünme gelenekleri çocuk yetiştirme tarzına da yansımış, onlar çocuklarını daha özgür düşünmeye, özgür hareket etmeye ve kendi çabaları ile doğruyu bulmaya yönlendirmişlerdir.
Bizde Batı’dan bahsedenler, onların çocuklarını serbest bıraktıklarını, düşen çocuğu, düştüğü yerden kalkmasını bilsin diye kaldırmadıklarını, annelerin çocukların ayak izini takip edip onu yönlendirmediğini, hatta on sekiz yaşına gelmiş çocuktan kendi hayatını kazanmasını beklediklerini söylemektedirler.
Alman GotthilfSalzmann’ın 1870 yılında yazmış olduğu Çocukları Yanlış Eğitmenin Yolları adlı kitabında Batılıların çocukları eğitme felsefelerinin izlerini görmek mümkün olmaktadır.
Biz Türkler Doğu kültürüne sahip olduğumuz için kaç yaşında olursa olsun çocuklarımızdan anne baba sözünü dinlemesini ister, komutan edası ile çocuklarımızdan asker gibi biat etmelerini bekleriz. Müslüman kimliği ile namus kavramını ön plana çıkarmamız, hangi çevrede ve hangi yaşta olursa olsun çocukları koruma duygumuzu hakim kılmaktadır.
Çocuklarımızdan davranış olarak ailelerine bağlı olmalarını isterken onların düşünce sistemini olgunlaştıracak felsefi bir düşünce sistemimiz de olmadı. Batı ile Doğu kültürü arasında bir yerde sıkıştık. Şu anda çocuklarımızı ne Türk İslam düşünce sistemi ile ne de Batı tarzı ile yetiştirmekteyiz.
Çocuklarımızı hangi ideal ile yetiştirdiğimiz, okullarda bunlara ne tür idealleri öğrettiğimiz belli değildir.