Tasavvuf göğünün  en parlak yıldızıdır Hoca Ahmed Yesevî. XI. yüzyılın ikinci yarısında Türkistan'ın Sayram kasabasında doğduğu düşünülmektedir. Babası keramet ve menkıbeleriyle tanınan Şeyh İbrahim'dir. Annesi ise Şeyh İbrahim’in halifelerinden Musa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Ahmed Yesevî, "Pîr-i Türkistan, Türkî Türkan, Hâce Ahmed Yesevî, Pîr-i Pîran-ı Türkistan, Sultanu’l Mürşidin, Kutbu’l Aktab”  gibi sıfatlarla anılsa da, daha çok, Ferîdüddîn-i Attâr tarafından ona yakıştırılan "Pîr-i Türkistan"  ismiyle tanınmıştır.

               

Ahmed Yesevî genç yaşında  Yesi’de Arslan Baba’ya intisap etmiş, onun manevî terbiyesinden geçmiştir. Arslan Baba’nın vefatından sonra da Buhara'ya giderek devrin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yûsuf el-Hemedânî’ye intisap etmiştir. Onun rahle-i tedrisinden geçerek manevî yükselişini gerçekleştirmiştir. Hocasının vefatı üzerine irşat makamına önce Hâce Abdullah-ı Berakî, onun vefatıyla da Şeyh Hasan-ı Endâkî geçmiştir. 1160 yılında Hasan-ı Endâkî’nin de vefatı üzerine Ahmed Yesevî irşat postuna oturmuştur. Fakat bu makamda fazla kalmamış, manevî bir işaretle irşat makamını Şeyh Abdülhâliḳ-ı Gucdüvânî’ye bırakarak Yesi’ye dönmüş; vefatına kadar da burada irşada devam etmiştir.

           

Orta Asya Türklüğü üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olan Hoca (Hâce) Ahmed Yesevî'nin; kendisi hayatta iken vefat eden İbrahim adında bir oğlu, Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adlarında da iki kızı dünyaya gelmiş; soyunu Gevher Şehnaz sürdürmüştür.

           

Hanefî bir âlim olan Ahmed Yesevî, Arapça ve Farsça da bilen büyük bir ilim deryasıydı. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, tasavvufî sahada derinleşmişti. Başta şeriat ve ahlâk olmak üzere, tarikatın âdâp ve erkânını, hatta bildiği bütün ilimleri öncelikle kendisine bağlanan müritleri olmak üzere, ilim talep eden herkese büyük bir istekle öğretmiştir. Böylece çorak tarlalara dönen yürekleri sulayan, şüphe ve tereddütlerle aynası kirlenen aklı temizleyen ilim pınarlarının kurumasını engellemiştir. Âlem inşirah bulmuştur.

               

Dîvân-ı Hikmet, Ahmed Yesevî’nin hikmet goncalarının arz-ı endam ettiği, hikmet adı verilen dinî-tasavvufî manzumelerini içine alan bir çeşit şiir mecmuasıdır. Maneviyat membaı olan bu kitapta Hoca Ahmed Yesevî'nin tarikat esasları, inanç ve düşünceleri, Allah ve peygamber sevgisi  şiir formunda bir araya getirilmiştir. Aruz ve hece ölçüsüyle yazılan ve 144 hikmetle bir münacattan meydana gelen bu kitap Türkleri aynı düşünce ekseninde birleştiren bir eserdir. Kitaptaki kıymetli hikmetler dörtlük nazım birimiyle yazılmış didaktik şiirlerdir. Söz konusu kitap Karahanlı Türkçesinin Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.

           

Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu kabul edilen Ahmet Yesevî, bir tasavvuf mektebidir.  Bu mektebin, İslâm'ın Türkler arasında yayılmasındaki önemi büyüktür.  Bir hakikat membaı olan Yesevî; kendisinden sonra gelen Yunus Emre, Mevlânâ ve Hacı Bektaş Veli gibi  büyük velilerin yolbaşçısı olmuştur. Yine onun; Hoca Ahmet Fakih'in, Şeyyad Hamza'nın ve Âşık Paşa'nın yetişmesindeki tesiri çoktur. Bu isimler farklı zaman ve zeminlerde yaşasalar da onun kutlu izinden gitmişler; onun gönül sofrasından beslenmişlerdir.

           

Türk-İslâm düşüncesinin tezahüründe etkin bir rol oynayan Ahmet Yesevî, Türkçenin en büyük şairlerinden biridir. Türkçe onunla birlikte bir hakikat dili hâline dönüşmüştür.

           

Bir mürşid-i kâmil,  sûfî bir şair olan Hoca Ahmed Yesevî, Türk dünyasının müşterek değeri, tabir caizse çimentosudur. O; sadece Türkleri değil, bütün insanları kardeşliğe, dostluğa, sevgi ve hoşgörüye çağırmıştır. Böylece dünyaya sevgi tohumları ekmiştir.

           

Bir tebliğ hareketi olan Yeseviyye tarikatının bânisi Ahmed Yesevî, Orta Asya Türklerinin dinî hayatında çok etkili bir isim olmuş, tasavvufun bu coğrafyada yayılmasını sağlamıştır. İrşat faaliyetleri onun ölümünden sonra talebeleri tarafından sürdürülmüştür.

           

Rivayetlere göre Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri, altmış üç yaşına gelince geleneğe uyarak, tekkesinin avlusunda yerin altında müritlerine bir çilehâne hazırlatmış, kalan ömründe ibadet ve riyâzetle meşgul olarak burada uzlet hayatı yaşamış, buna neden olarak da Hz. Muhammed (sav)’in altmış üç yaşında vefat ederek yer altına tevdi edilişini göstermiştir.

           

Orta Asya Türklüğünü İslâm mayasıyla mayalayan Hoca Ahmed Yesevî, sadra şifa fikirleriyle sadece Orta Asya'yı değil Balkanlardan Anadolu'ya kadar geniş bir coğrafyayı İslâm'ın sönmez ışığıyla aydınlatmıştır. O; tebliğ vazifesini bitirdikten sonra, 1166 senesinde, arkasında yüz binlerce dost ve yârân bırakarak  fâni âlemden bâkî âleme irtihal etmiştir.

           

Hoca Ahmed Yesevî'nin türbesi Kazakistan'ın Türkistan şehrinde bulunmaktadır. Rivayetlere göre Timur, kendisine rüyasında zafer müjdesi veren Ahmed Yesevî'nin mezarını ziyaret etmiş, ziyaret sonrasında, 1389'da kabrin üzerine şanına lâyık bir türbe yaptırmıştır.    

Peygamber Efendimizle gelen, gönüllere sürur aşılayan, dünyayı tanzim edip yaşanır bir yer kılan İslâm, çilekeş Allah dostlarının omuzlarında yükselmiştir. Bunlardan biri olan ve  yolumuzu aydınlatan maneviyat şulelerinin başında gelen Ahmet Yesevî'yi rahmetle anıyoruz.