Çubuktan fidan üretme anlamına gelen propaganda kelimesi Latinceden Avrupa dillerine, oradan da bizim dilimize geçmiştir.
Propaganda, insanın aklında, fikrinde olmayan şeyleri onun ihtiyacıymış gibi algılamasına zemin hazırlama yöntemidir. Propaganda yapmayı amaçlayan kişiler, en zor ihtimalleri hayata geçirmeyi hedeflerler.
Propaganda vesilesiyle insanların algıları açık hâle getirilir, propagandaya maruz kalan insanlar karşı tarafın her hareketinde bir güzellik daha ileriki seviyelerde ise hikmet aramaya başlar ve aradıkları her şeyi, aradıklarına benzetir, ona büyük anlamlar yükleyerek hemen kabul ederler. Propagandaya maruz kalan kişiler, bir fikri benimsemenin ötesinde aynı zamanda o fikrin taraftarı olurlar.
Aristo’nun Yunanlılar Efendi, Asyalılar köledir mantığından hareketle Batılılar, propagandayı akıl oyunlarına çevirmiş, bu yöntemle askeri müdahaleye gerek bırakmadan istedikleri sonucu elde etme başarısını göstermiş, aklını kullanmayan toplumları istedikleri kıvama getirmişlerdir.
Paslı tenekede zehir sunulmayacağı mantığından hareketle, propaganda yapan kişiler de toplumun itibarını kazanmış bireyleri propaganda aracı olarak kullanır, yalanda abartıya kaçmaz, yalan söylemeden önce bazen doğruları dile getirirler. Genel ifadelerle ispatı güç yalanlara başvururlar.
Türk toplumu olarak Batılıların uygulamış oldukları propagandalara maalesef her dönem maruz kalmaktayız.
Amerika, bugün Irak, Afganistan’a getirmeyi vaat ettiği özgürlüklerin benzerini I. Dünya Savaşı dönemlerinde Wilson Prensipleri adı altında Osmanlı ve diğer toplumlar için de uygulamaya koymuş, bu durumu o dönemki Osmanlı basını; dünyanın bundan sonra adalet ve müsavat dünyası olacağı, en zayıfların hukuk ve menfaatlerinin en kuvvetliler kadar mukaddes tutulacağı, bundan Türkiye kadar memnun olacak bir devlet ve Türkler kadar sevinecek bir milletin olmayacağı şeklinde yansıtmıştır. Orhan Koloğlu’nun Aydınlarımızın Burhan Yılı 1918 yılı kitabında anlattığı bu olayda görüldüğü gibi Batı’nın o dönemde de bizim basınımız üzerinden kendi propagandasını çok iyi yaptığı görülmektedir.
Batılılar basında yazı yazan yazarları propaganda aracı olarak kullanmışlardır. İstanbul işgal edilmeden önce Yeni Gün Gazetesi’nde Said Molla İngilizleri öven yazılar yazmaya başlamış; Fransızlar da daha önceleri kapanmış olan Stamboul gazetesini tekrar çıkarmış, o dönemde aktif olan Hadisat ve Sabah gibi gazeteleri de mali yönden destekleyerek lehlerine yazılar çıkmasını sağlamışlardır.
Bu propaganda nedeni ile insanımız İngiliz ve Fransızların İstanbul’u işgal etmelerine ses çıkarmamış, hatta İngiliz, Fransız ve Amerikalıların kendilerini kurtaracağını ummuşlardır. Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları adlı eserinde ifade ettiği gibi, 50 bin kadar insanımız, İngiliz Muhipleri Cemiyetine üye olmuş, hatta bu milletin Batılılar gibi medenileşmesi için oradan damızlık erkeklerin getirilmesi gerektiğini ifade edecek kadar alçalmışlardır.
Mondros Mütarekesini Osmanlı Devleti adına imzalayan Bahriye Nazırı Rauf Bey, 2 Eylül 1918 yılında gazetelere vermiş olduğu demeçte, İngilizlerin Osmanlıları yaşatma fikrinde olduğuna inandığını, İstanbul’a tek bir İngiliz askeri çıkarmayacaklarını hatta Adana’nın işgalinin bahis mevzusu olmadığı ifade etmiş, ne yazık ki bu demeçten birkaç zaman sonra İstanbul ve Adana işgal edilmiştir.
Batılıların günümüzde yine kendilerini amir konumunda görmesi Türk insanın, Türk gençliğinin iradesine yön vermeye çalışması gururumuz incitmektedir. Halkımızın olayları değerlendirirken çok ciddi şekilde düşünmesi, çelik gibi iradesini ortaya koyması gerekmektedir.
Aksi takdirde bu milletin kaderinin değişmesi mümkün olmayacaktır.