Tanjant yolunun altında kalan evimize 45-50 adımlık mesafesi nedeniyle neredeyse yürümeye başladıktan beri içinden çıkmadığımız, ya bahçesinde top oynayıp, ya da duvarlarında gezindiğimiz, Kurtuluş İlkokulu tadilata girince bir gün salonunda ders bile yaptığımız özel bir yerdi bizler için, önce İdmanocağı sonra da Trabzonspor’un olan eski kulüp binası..
Daha, 1930’larda bile kadınlı erkekli tenis maçlarının yapıldığı , edebiyat ve resim sanatımızın yeri dolmaz büyük üstadı Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun bile bahçesinde raket salladığı kulüp binası..
Akasya ve bibil ağaçlarının arasındaki büyük demir kapıdan geçilip 7-8 basamaklı merdiven çıkılarak binaya girildiğinde, sol taraftaki büyük ceviz masanın hemen üzerinde rahmetli Turan Abi’nin caz dinlediği, ’Bu ne ya’ diyenlere ‘Sen ne anlarsın müzikten’ diyerek kızdığı uzun bir radyolu sonra TV’de konulan geniş bir salon, solda yönetim kurulu, sağda malzeme odaları..
Sağda, bahçeye bakan küçük bir oda daha vardı. Merhum Özkan Sümer içeri kapanır ,saatlerceren garenk kalemlerle antrenman programları yapar, yeni idman şekilleri geliştirirdi.
Ara verdiğinde pencere kenarından bahçede top oynayan çocukları izlerdi. Kendimizi paralardık,’ Şu çocuk iyi futbol oynuyor’ desin diye..
O küçük sahada Ahmet Suat Özyazıcı yönetiminde İdmanocağı da antrenman yapardı zaman zaman..
Renkli ve numaralı karelere bölünmüş kale büyüklüğünde bir tahta duvara yaslanır, futbolcular o numaralı karelere isabet ettirmek için şut çekerdi..
Suat Abi (Özyazıcı) Leyla Faruk (Poyraz), Kara Necati (Funda) gibi dönemin ünlü futbolcuları şut çekmeden önce hedef aldıkları numarayı söylerlerdi.
Kırmızı 5 ve şut..
Kenardan ağzımız açık izlerdik.
Hele antrenmandan sonra birinin ayağına ibrikle su dökünce dünyalar bizim olurdu.
Okulda hava atardık arkadaşlara..
‘Suat Abi’nin ayağına su döktük’ derdik te zor inandırırdık.
‘Hadi la.’.
Hemen her gün önce Sebahittin Kundupoğlu büyüğümüzü görürdük ilk olarak.
Saat 10.00 civarında gelir, sağı, solu kontrol edip işleticiye talimatlar verdikten sonra odasına geçip çalışmaya başlardı.
O zamanlar kulübün işletmecisi Yakup Abi,(Çakmak) çıkar ,‘Çocuklar Sebahittin Bey çalışacak sakın top filan oynamayın, gürültü yapmayın’ diye uyarırdı.
Bazen dinlemez başlardık maça..
Ve Yakup abi fırladığı gibi bahçeye plastik topumuzu kapar içeri girerdi.
Az sonra da ‘Ben demedim mi size’ diyerek fırlatırdı kapıdan...
Tabi bıçakla ortadan karpuz gibi kesilmiş olarak..
***
Televizyonun, cep telefonunun olmadığı, 2. Lig maçlarını radyonun vermediği dönemlerde insanlar Trabzonspor’u deplasmanda oynadığı maçlarının sonucunu öğrenmek için kulübe doluşurdu.
Sebahittin Abi manuel telefonla maçların oynandığı şehirlerdeki beden terbiyesine bağlanır, ya da bir başka kaynaktan maç sonuçlarını ve dakikasını alıp yönetim kurulu odasının penceresinden dışarıda bekleyen kalabalığa seslenirdi:
“ İlk yarıyı Necmi’nin attığı golle 1-0 galip kapattık’
Ya da,’ Devre 0-0 bitti ama iyi oynuyoruz, ikinci yarıda muhakkak gol atıp maçı kazanırız’
Bazen da bir Balıkesirspor maçında olduğu gibi ‘ Maalesef arkadaşlar’ derdi ‘ 1-0 mağlup olduk, maç ta bitti’
O dönemler kulübe çıkanların hemen tamamının cebinde maç fikstürü ve puan cetvelinin yazılı olduğu küçük bir not defteri bulunurdu.
Eğer o yenilgi ile liderle Trabzonspor’un arasındaki puan farkı kapanmayacak derecede açılmışsa, ‘Umutlar başka bir bahara kalır ve büyük bir üzüntüyle yırtılıp çöpe atılırdı o defterler..
Ya da tam tersi.
Galibiyetle zirve ile fark kapanmışsa büyük bir iştahla hesaplar yeniden yapılırdı.
“ Biz şunu yenersek, o buna yenilirse, en çok iki hafta sonra lideriz’ türünden yorumlarla insanlar umutlanırdı.
***
Önündeki 5 ya da 6 şar kişilik takımların maç yaptığı saha ise binlerce anıya tanıklık eden bir ansiklopedi gibiydi.
Erken saatlerde çocukların, sonrasında büyüklerin iddialı maçlar yaptığı o toprak sahada sezon bitince başka takımlarda top koşturan Trabzonlu ünlü futbolcuların da gelip oynardı.
Hele de merhum Özkan Sümer’in oynadığı maçlarda iğne atsan yere düşmezdi.Takımı mağlup durumdaysa hakemin her kararına itiraz ederdi. Bazen hakem dayanmaz, bırakırdı maç yönetmeyi.
Bir defasında neredeyse birini Hacıkasım fırınına kadar kovalamıştı..
Özellikle Raci (Özkara) ve Sadi’yi (Tekelioğlu)’yi mutlaka takımına alırdı. Çünkü kim gelirse gelsin, onları kulübün bahçesinde yenmek mümkün olmazdı..
Dönemin ne millilerini, yıldızlarını fark yaparak uğurlardılar..
Az buçuk ta olsa topun peşinden koşup ta, Altın Kolye Turnuvaların yapıldığı, iddialı mahalle maçlarının oynandığı o sahaya ayak basmamış tek bir kişi buluk zordu Trabzon’da..
Türkiye’de henüz TV yayınlarının olmadığı 1970 te kim bulmuşsa bir TV getirmişti kulübe..
Rusların yayınını çektiği için Dünya Kupası maçlarını izlemiştik.
Rusça bilen lise edebiyat öğretmeni Aliye Hanımdan maç saatleri öğrenilip geçilirdi TV’nin karşısına..
Duyan geldiği için Almanya-İngiltere çeyrek finalinde o kadar kalabalık olmuştu ki , TV yi girişteki merdivenin üzerine koyulan bir masaya yerleştirdiler, top oynadığımız bahçe tıka basa doldu ..
O zamanlar ‘Alamancılık modası’ olduğundan mıdır nedir herkes Almanya taraftarıydı.
Nitekim 2-0 geriden gelip Beckenbauer, Uwe Seeler ve Müller’in golleriyle 3-2 kazanan Almanya golleri attıkça öyle bir tezahürat yapılıyordu ki sanki Türkiye atıyor..
***
Trabzonspor’un ilk yabancı futbolcusu Rumen Koska’nın gelişini, başkanlığa seçilenlerin kapıdan içeri ilk girişini, şampiyonluklardan sonra bahçede sabahlara kadar süren coşkuyu , daha öncesinde İdmanocağı’nın Türkiye Kupası Çeyrek final rövanşında İstanbul’da solaçık Yaşar’ın golüyle Beşiktaş’ı 1-0 mağlup edip eleyişinin büyük sevncini bile yaşadık çocuk yaşta o mekanda..
Top oynarken maçımızı durdurup ‘Ziya Bey sahası’ yazılı bir mermer tabelayı binanın duvarına takılışına da şahit olduk.
Ancak, Ahmet Suat Özyazı’nın da hocası olan ve 30 lu yaşların başında yakalandığı amansız hastalık yüzünden ebediyete göçen Sebahittin Canoğlu Abimiz’nin hasta haliyle bahçede top oynayanları izlemesi ise geçen yıllara rağmen hiç gitmedi gözümüzün önünden..
Sarı-Kırmızılı ampullerle yazan İdmanocağı tabelasını mahallenin veletleri olarak nişan tahtası olarak kullandığımızı bildiklerinden, Trabzonspor yazınını bordo zeminli sac levhaya mavi harflerle yazmıştılar..
Damı akıtırdı, sıvaları, boyaları dökülürdü..
Isıtması da çoğu kez sorun olurdu ama..
Orası müstesna bir yerdi..
Çünkü; Trabzonspor efsanesi orada doğmuş, oradan dal budak salmıştır..
Ve ne yazık ki, 3-4 bin lira borç için burası da beton altında kalmıştır.
Ancak gömülen sadece fiziki varlığı oldu..
Onca anı, nesilden nesile insanların beyinlerinde, kalplerinde yaşamaya devam ediyor.
Selam olsun o günlere..