EFSANENİN DOĞUŞUNA ŞAHİTLİK
Her Trabzonlunun olduğu gibi ben de aile boyu bir Trabzonspor taraftarıyım. Hayatımda beklenmedik birçok olayla karşılaştım, çok şeylere şaşırdım. Anlam veremediğim gelişmeler oldu ama benim için bu noktasındaki zirve nedir bilir misiniz? Trabzonlu olup da Trabzonspor taraftarı olmayan birini görmek. Az da olsa bunlara rastladığımda, ‘sizi anlamakta sıkıntı çekiyorum’ demekten başka bir söz kalmıyor bana. Çocukluğum Atatürk Köşkü’nün çevresindeki Aktoprak köyünde geçti. Top oynamaya oraya yakın Telsiztepe’ye giderdik. Trabzonsporlu futbolcular da kros çalışması yapmak için Telsiztepe’ye gelirlerdi. Efsanelerimiz Ahmet Suat Özyazıcı ve Özkan Sümer’in teknik direktörlüğünde antrenmanları izlerdik. Telsiztepe’nin yokuşlarında bugün her birini halâ ‘Efsane” olarak tarif ettiğimiz futbolcuların kondisyon çalışmaları ne kadar ağır olursa olsun koşarken kahkaha atmaları halâ kulaklarımdadır.
KİBRİN ESERİ YOKTU
Çalışma sahası olarak yaşadıkları imkânsızlıklara rağmen gösterdikleri performanslarını ve başarılarını hatırlayınca, ‘Bugünkü tesisler o zaman olsa idi, kim bilir, neler yaparlardı?’ diye kendi kendime sorup, ‘Sanırım Avrupa Şampiyonu olurlardı’ diye de cevap vermiyor değilim! Yokluklar içinde temin ettiğimiz plastik topla oynamayı bırakıp onları, yani Şenol, Turgay, Necati, Serdar, Hüseyin’i izlerdik. Bugünden o günlere baktığımda halâ şaşırır, onların imkânsızlık içinde taşıdıkları inancın, azmin büyüklüğünü tarif etmekte zorlanırım. Ben diyeyim özellik, siz söyleyin güzellik vardı ki, o hazzı yaşamak bambaşka bir şey! Telsiztepe antrenmanı bitince hemen futbolcuların yanına giderdik. Bizimle konuşur, sohbet eder, nasihatlerde bulunurlardı. Hiçbirinde kibir denilen davranışın eseri bile olmazdı.
TRABZON BORDO-MAVİYDİ!
Futbolda kimilerinin ‘Anadolu İhtilali’, kimilerinin ‘İstanbul Dukalığına Son Verme’ olarak adlandırdığı Trabzonspor’un şampiyonluklarının başladığı, art arda geldiği yıllar idi. Sadece Trabzon’da değil, Türkiye’nin dört bir yanında, dahası ünlü takımları dize getirdiği için dünyada bile Trabzonspor konuşuluyordu. Ama Trabzon bir başka idi. Her yer Bordo Mavili bayraklarla donatılıyordu. Her evin balkonunda, penceresinde, işyerlerinin kapısında, caddelerde, sokaklarda borda mavili bayraklar sallanıyordu. Adeta, ‘Yer-gök Bordo Mavi’ idi. İnsanlar hafta sonuna kadar işinde aşında, dükkânında tarlasında, fabrikasında, ofisinde çalışır, cumartesi-pazar günleri ise ya Hüseyin Avni Aker stadına koşarak Trabzonspor’un maçını izler, ya da takım deplâsmanda ise TRT Radyosu’ndan hep birlikte, toplu halde dinlerlerdi. Radyodan kadın-erken, çoluk-çocuk maç dinlemek yok mu? İçerdeki maçlarda sadece Avni Aker’den gol sesi yükselirdi. Ama deplâsman maçlarında kaydedilen gol ise Trabzon’un dört bir yanında yankı bulurdu.
AVNİ AKER’İN DİLİ OLSA DA KONUŞSA
Söz konusu Avni Aker’de maç izlemek olunca, sanırım o yıllarda Trabzon’da yaşayan hemen herkesin en az bir anısı vardır. Ben de hep Avni Aker’de, Trabzonspor’u izleme hayalini kurardım. Dahası dua bile ederdim. Ama 7-8 yaşındaki bir çocuğu Avni Aker’e göndermede haklı olarak aileler çekingen davranırlardı. Benim için imkânsız bir hayal olan isteğimi amcama söyledim. Amcamın yüzüne bakarken, dudaklarındaki tebessümü ve ağzından çıkan, ‘Tamam, bu hafta götüreceğim’ ifadesinin bana yaşattığı hazzı halâ hatırladığımda tüylerim diken diken olur. Gece sabaha kadar gel de uyu bakayım! Sabah kalkıp sanki düğüne gider gibi en güzel kıyafetimi giyip amcamın yanında koştuğum hala gözlerimin önündedir. Rüyada gibi Hüseyin Avni Aker’e gitmiştik. O kalabalık bana, mahşer yeri gibi gelmişti. Zonguldakspor’u yenmiştik. Ama ben bu rüyadan bir türlü uyanamamıştım!
BEKÇİ BİZİ DIŞARI ATACAKTI
Söz konusu Trabzonspor olunca sevdamı tarif etmek için ‘taraftar’ kelimesi kifayet etmez, belki “Fanatik” kelimesi yeterli olabilir. Bunun tarifini; ‘attığımız gole sevindiğimden daha çok yediğimiz gole ağlardım’ diye yapmak doğru olur. Galatasaray maçı vardı, ama o yaşlarda bilet almak mümkün değildi. Üç arkadaş akşam yürüyerek Yenimahalle’ye geldik. Biraz oyalandık oralarda en sonunda bir yolunu bulup tribünlere girdik. Ama sadece biz değildik gece yarısı tribüne giren. Yüzlerce kişi daha vardı. Poşetimizdeki ekmek ve domatesleri azık ederek geceyi geçirdik. O zaman bekçiler vardı statta, bizi buldular ve biletleri sordular. Yoktu tabii. Bizi dışarı atmak istediler, yalvarıp yakardık. Bekçi iyi niyetliydi, ‘saklanın ve sakın gözüme görünmeyin’ diyerek bizi bırakıp gitti. Biz de ona ve başkalarına yakalanmamak için kenarlara gizlenip durduk. Ama sonunda maçı izlemeyi başardık.
O yıllarda Avni Aker, maçtan saatlerce önce, hatta sabahtan dolardı. İnsanlar tribünlerde karnaval havası yaratır, kemençeler çalar, horonlar oynardı. Yani o yıllarda en az 7-8 saat öncesinden dolan statlara şimdilerde girişler 2 saat kala yapılıyor. Onda da tribünler çoğunlukla boş kalıyor.
KAZANINCA ŞENLİK, KAYBEDİNCE HÜZÜN
3 çocuğum var. Eşim dahil hepsi benden daha fanatik. 10 yaşında olan en küçüğü bile bırakın bugünkü kadroyu, ‘efsane takım’ diye tarif edilen yıllardaki şampiyonluk 11’lerini bir çırpıda sayar. Onun için Trabzonspor’un maçı olduğu günler bizim evin havası bir başkadır. İçeride, ya da deplasmanda olmuş hiç fark etmez, her maç öncesi şenlik havasındayız. Ama sonrasını maçın sonucu tayin ediyor. Kazanınca bayram olur, kaybedince herkes bir kıyıya, odasına çekilir, hüznünü tek başına yaşar.
İŞİMDE DE TRABZONSPORLU FUTBOLCULAR VARDI
O ki hayatımın bir değil, en büyük parçalarından biri olan Trabzonspor’u anlatıyor, yaşıyoruz, ‘işimin içinde de onlar vardı’ dersem inanının! Bizim çevremizde çok sayıda kuyumcu büyüğümüz vardı, ilkokulu bitirdikten sonra babam, rahmetli amcamın yanına gönderdi, orada çırak olarak işe başladım. Amcam Mehmet Ekşi’nin kuyumcu dükkânının bir özelliği vardı. Trabzonsporlu birçok futbolcu oraya gelirdi. Dahası ilgi duyup dükkânda hasır örmeye çalışan futbolcular bile olurdu. Yani, işimde bile futbolcularla birlikte idim. Maç sonralarını üzüntüleri, sevinçleri de birlikte yaşadığımız yıllar oldu, sevdamız bunlarla daha da pekişti. 1994’te hasır bilezik imalatı üzerine olan kendi işimi kurdum. Daha önce çok sayıda kuyumcu Trabzonspor’a yönetici olduğu gerçeği ortadadır. Bunlar arasına yazılmaktan da gurur duyuyorum. İşimde aşımda, her şeyimde Trabzon oldu, oluyor, olmaya da devam edecek.
ÖZKAN SÜMER: SANA VİRÜS BULAŞTI EVLADIM
Sporla ve spor camiasıyla hep iç içe yaşarken, ilk olarak 1461 Trabzon ile yöneticiliğe başladım. Burada iyi bir tecrübe edindiğime inanıyorum. O dönemde Trabzonspor yönetimi bizi Mehmet Ali Yılmaz Tesislerinde bir yemekte ağırlamıştı. Orada Özkan Sümer hocamla karşılaştım. Akrabam Ali Özbak’tan dolayı Özkan Hocam beni tanıyordu zaten. Beni görünce ‘hayırdır evladım’ diye sordu, 1461’de yönetici olduğumu söyledim. Bana baktı ve gülerek, ‘desene evladım, virüs sana da bulaştı’ dedi. Ben de virüsü erken kaptığımı söylediğimde Özkan Hoca’nın ‘evladım bu yeni virüs başka, geldi mi bir daha geri gitmez, sana geçmiş olsun’ sözünü gel de unut bakayım!
SORUN VARSA UYKU YOK!
Ertuğrul Doğan başkanlığındaki yönetimde Trabzonspor’da görev almam çok büyük bir onur benim için. En büyük sevdama böylelikle yönetici olarak hizmet etme fırsatı buldum. Buna layık olmak için, elimden gelen gayreti gösteriyor, zaman ve mekân tanımaksızın tüm yönetici arkadaşlarımla birlikte çaba gösteriyorum. Bunda Başkanımız Ertuğrul Doğan’ın hakkını özellikle teslim etmek gerekir. Her anlamda, maddi ve manevi olarak büyük çaba gösterdi, gösteriyor. Maddi olarak tarihte eşine az rastlanır destekler sağladı. Kulüple ilgili her sıkıntıyı çözmek için gecesini gündüzüne kattı, katıyor. Adeta hayatını Trabzonspor’a adadı. Bunları yaparken, yönetimdeki arkadaşlarına, bizlere hep değer verdi. Mükemmel bir çalışma ortamı yarattı. Yönetimde birlik ve beraberliği sağladı Onun bu davranışı da bizlere pozitif etki yaptı. Aynı şekilde hep birlikte çaba gösterdik. Herkes büyük sevdası olan Trabzonspor’a her alanda değer katmak için elinden geleni çabayı fazlası gösterdi, gösteriyor. Bunun temelini oluşturan en büyük dayanışma ise birbirimize karşı olan samimiyetimizdir.
GELECEĞİMİZ AYDINLIK
Başkanımız Ertuğrul Doğan’ın düşünce ve çabaları ile kulüp tarihinde atılan en büyük adım hiç şüphesiz ‘faiz bataklığı’ olarak da adlandırabileceğimiz Bankalar Birliği ile olan sarmaldan çıkmaktır. Bu tarihi bir adımdır. Yakın gelecekte oluşacak borçsuz Trabzonspor için en büyük uygulamadır. Trabzonspor’u ekonomik kelepçelerden kurtarmaktır. Planı programı kısa, orta ve uzun vadeli olarak hazırladığımız projelerle birlikte Trabzonspor’un geleceğini aydınlatmaktır. Bugünden güzel günlerin müjdelenmesidir.