ZAĞNOS KÖPRÜSÜ NE ZAMAN GENİŞLETİLDİ?

Kadimden bu yana Trabzon’da doğudan batıya, batıdan doğuya yürümek isterseniz art arda gelen iki köprüden geçersiniz, birisi Zağnos diğeri Tabakhane köprüsü. Malum yukarıdaki Tanjant köprüleri daha doğrusu viyadükleri yakın zamanın eseridir. Tanjant köprüleri yapılıncaya kadar şişe boynu gibi tek bir aracın geçmesine müsaade eden Zağnos köprüsü Trabzon’un fetih zamanlarında böyle değildi. 

 
(Yüzyılın başlarında Zağnos köprüsü)

Tarihî kaynaklarda Zağanos Paşa köprüsü’nün bulunduğu yerde Trabzon Pontus İmparatorluğu zamanında açılıp kapanabilen ahşap bir köprünün varlığından söz edilmektedir. Bu köprünün iki yanı yarısına kadar taş, orta kısmı ise tahtadır. Savaş sırasında bu köprü açılır, kale ile dış mahallelerin bağlantısı kesilirdi. Böylece vadinin derinliği vasıtasıyla iç kısmın korunması sağlanırdı.  Romalılar tarafından yapılan bu köprünün bugüne gelinceye kadar önce Bizanslılar sonra Osmanlılar ve en son da Cumhuriyet dönemlerinde olmak üzere bazı değişiklikler geçirdiği bilinmektedir. 

Gerek Zağnos gerekse Tabakhane köprüleri ile ilgili Trabzon salnamelerinde verilen bilgiye göre bu köprülerin Osmanlının son dönemlerinde harap olmaya yüz tuttuğu anlaşılmaktadır. Bir de dar olmaları o yıllarda sorun teşkil etmeye başlamış olmalı ki Tabakhane köprüsü (1881-1882) yıllarında, Zağnos köprüsü ise 1887 senesinde genişletilmiş kenarlarına demir korkuluklar takılmıştır. 


 
Ancak görünen o ki motorlu taşıtların artması ile köprü genişlikleri yeterli olmamaya başlamış, 1939 yılında İl Özel İdaresi tarafından üst tablası genişletilmiş ve sağlı sollu kaldırımlar ilave edilmiştir.  

O yıllarda Trabzon’da yol namına fazla bir şey olmadığından Zağnos köprüsünün genişletilmesi sırasında Trabzon halkı bayağı sıkıntı çekmiştir. Zira köprü; inşaat esnasında kapalı olunca millet köprünün yanında yamaçtan aşağı yürümüş, paçaları sıvayarak dereden karşıya geçmiş, sonra yamaç yukarıtırmanmak zorunda kalmıştır.  Kadını var, yaşlısı var, çocuğu var, yük taşıyanı var 1939 senesinde Trabzonlunun çektiği çileyi okuyunca bugünkü halimize şükretmekten geri duramıyoruz.

TRABZONLUNUN ASKER SEVGİSİ 

Doksanı devirmiş ilerleyen yaşına rağmen rahmetli dedem 30 Ağustos Zafer bayramı gibi milli günlerini iple çeker, mutlaka şehirdeki kutlamalara, özellikle de geçit törenlerine katılırdı. Ancak gençleri bir türlü anlayamadığından şikâyet ederdi. Neden askerler geçit töreni yaparken alkış yapmıyorlar, “Yaşa Varol” diye niye bağırmıyorlar diye sitem ederdi. 


 (Kabak Meydanında askeri birliklerimiz)

Savaş ve işgal görmemiş olan yeni neslin heyecansızlığını yadırgamamak lazım. Ama eskiler öyle değil; Trabzon’un işgalini görmemiş olanlar bile hiç değilse o günleri yaşayan, muhacir olup zelil sefil kalan büyüklerinden bir şeyler mutlaka dinlemişlerdir. O yüzden ordunun değerini kimse onlar kadar bilemez.
Sene 1938; Trabzon alayı Doğu bölgesinde meydana gelen Dersim isyanını bastırmış, Trabzon’a dönüyor. Bakın o günü Trabzon’un derin gazetecisi Bekir Sükûti Kulaksızoğlu nasıl anlatıyor:


 (Bir zamanlar Trabzon’un güçlü kalemlerinden Gazeteci Bekir Sükuti Kulaksızoğlu)

“Cumartesi günü Trabzon halkı nadir görülen heyecanlı günlerinden birini daha yaşadı. Doğu manevrasından dönen alayımız o gün saat 14.00’te Değirmendere’ye ulaşmış bulunacaktı. Bu haber cuma günü şehrin her tarafına yayılmıştı. Sabah olur olmaz her tarafta bir fevkaladelik göze çarpmaya başladı. Şehir baştanbaşa donanmış, caddelerden insan selleri akamaya başlamıştı. Vakit daha çok erkendi. Alayın gelmesine daha üç dört saat vardı. Herkes bunu biliyor fakat insan seli durmadan akıp gidiyordu.

Evler boşanmış, kadın erkek yediden yetmişe herkes sokaklara dökülmüştü. Caddeler insan kalabalığı ile dolmuş taşmıştı. Batıdan doğuya doğru akıp giden bu sel böyle saatlerce devam etti. Değirmendere rıhtım boyundan Sülüklü boğazına ve Hacımehmed’e doğru bütün yollar ve sırtlar on binlerce insan tarafından dolmuş, tutulmuştu. Kahraman alayımız Sülüklü boğazından içeri giriyordu. Birden dağlar, taşlar kaynaştı ve sarsıldı. Yalnız kadınlar ve yaşlılar değil, bu ilahi manzara karşısında gözyaşlarını durduramayan gençler de sayısız denecek kadar çoktu.

Ordu milletin, millet ordunun kendisidir. Bu cuşuhuruşun (coşup taşmanın), bu akıp dalgalanmanın manası bu idi… Kadın erkek yediden yetmişe bütün Trabzon halkının caddeleri dolduran bir sel halinde şehir dışına akışı, orduya candan bağlılığın en güzel ve en canlı bir ifadesidir. Orduya muhabbet ezeli ve ebedi hasletimizdir. Doğarken asker doğar, yaşarken asker yaşarız hep…” 


 (Meydan'da 30 Ağustos töreni ve halkın ilgisi)

Ne yalan söyleyeyim olayı hayal edince tüylerim diken diken oldu. Türk milleti ordusuz, donanmasız yaşayamaz. Yaşamasına müsaade de etmezler. Bu yüzden ordumuzu yıpratmayalım. Onu her türlü siyasal tartışmaların dışında tutalım. Son olarak Türk ordusunun bugün gelmiş olduğu seviye ve kazandığı vurucu güç sayesinde kimsenin bu topraklara artık yan gözle bakamayacağını belirtelim. Allah Ordumuza ve milletimize zeval vermesin. Amin.

BİR TRABZON VALİSİ

Geçenlerde Trabzon’un eski valilerinden Deli Kadri lakaplı Kadri Bey dönemi hakkında bilgiler vermiştik. Bugün kadrajımızı Cumhuriyet dönemi valilerimizden Rıfat Danışman’a çeviriyoruz.Rıfat Danışman polis memuru olarak başladığı memuriyetinde emniyet genel müdürlüğüne kadar yükselmiş, Tekirdağ Valiliği ardından 1931 senesinde Trabzon Valisi olarak atanmıştır. Trabzon’da altı sene kadar görev yaptıktan sonra Trabzon Valiliği uhdesinde iken 27. Şubat 1937 senesinde vefat etmiştir. 


(Trabzon Valisi Rıfat Danışman)

Altı yıl Trabzon’da görev yapmasına ve Trabzon Valisi iken vefat etmesine rağmen halk ozanımız Baba Salim’in övgü dolu bir şiirine rastlamamamız bizi şüphelendirmişti. Yoksa Vali Danışman’ın şehirde sevilecek icraatları yok muydu? Sorumuzun cevabını dönemin şahitlerinden Cevdet Alap’ın bir yazısında buluyoruz. Şöyle diyor Alap;

“Allah rahmet eylesin. Müteveffa Vali Rıfat Danışman zamanında bu güzel şehirde, bu civanmert muhitte esen hava şu idi” diyerek şehirde fitne, fücur, dedikodu ve ispiyonun alabildiğine yaygınlaştığını belirtecek cümleler kurduktan sonra şöyle devam eder:

“Zeki adam, böyle bir hava yarattıktan ve bu tıynette adamlar peydahlandıktan sonra, senden aldı, benden aldı, seni bana beni sana düşürüp bütün şehri avucunun içine alıp yan geldi, keyfine baktı. Tam bir Kadri Beyvari şu güzel şehirde uzun yıllar hüküm sürdü. Ne bir taş bir yere koydurttu, ne bir çivi bir yere çaktırdı, ne bir eser bıraktı. Trabzon’u yıllarca geriletip, Trabzon’u yıllarca ilerlemekten alıkoyup, az kaldı ağalığı, derebeyliğini de ihya edecekken göçüp gitti.” 
O dönemde gazete köşelerinde devlet büyükleri arkasından genellikle övücü değerlendirmeler yapılır tenkide pek rastlanmazdı. İlk defa yakın zamandaki bir devlet büyüğünün bu şekilde eleştirilmesi ile karşılaştığımızı belirtelim. Böyle olduğu için Alap kendini bir bakıma şöyle savunur: 

“Ölü hayır ile yâd olunmalı, iyi ama her ölü de hayır ile yâd olunca dirilerdeki iyiliğe, hayra olan arzu ve düşkünlük neye yarar ki? Tarih iyi ile kötüyü ayırt etmez, yâd ve kayıt etmezse ne kıymeti kalır ki” der.  Ardından “Serbestçe düşünebiliyoruz, serbestçe yazabiliyoruz. Hatta serbest söylemek yazmak için yani tam Cumhuriyet adamı gibi, tam Cumhuriyet mütefekkiri gibi, tam Cumhuriyetperver gibi hareket etmek için başımızda büyük idareci, Cumhuriyetçi, kudretli Tahsin Uzer gibi bir umumi müfettiş ve Refik Koraltan gibi bir vali var. Matbuata (basına) bu derece kıymet, bu derece serbesti veren bu iki sayın baş, başımızda bulundukça onlardan yolunda yerinde değerinde yazmak şartıyla öğüt, teşvik gördükçe olanı biteni fütursuzca yazmak, anlatmak hususunda büyük bir zevk ve heyecan duyuyoruz. Halkın diline tercümanlık da basının ödevidir. Bu ödevi başaran kıvanç, bunu başaramayan utanç duyar.” 


 (Trabzon’un sevilen valisi Refik Koraltan (1938-1939) )

Görüyorsunuz ya hiçbir şey gizli kalmıyor. 2023 yılında bundan neredeyse 90 sene önceki iyi idareci örnekleri ile kötü olanın Trabzon’da hala konuşulmasına engel hiçbir şey yok. Selam olsun Trabzon’da hoş seda bırakanlara diyelim.

TRABZONLUNUN NEZAKETİ

Bu konuya ilk defa muttali olmamız istiklal harbine katılan büyük dedemizin Erzurum’daki askeri birliğinden 1912 senesinde Trabzon’daki akrabalarına yazdığı mektup sayesinde olmuştur. Mektup Osmanlıca olup son derece düzgün kaleme alınmış ve “Şevketli oğlum Mahmut Efendi” şeklinde başlamaktadır. Mahmut Efendi dediği oğlu ise henüz 12 yaşındadır. Annesine ise “validem hanımefendiye selam ederim” şeklinde hitap edilmektedir. 

Sonra “Arşivdeki Trabzon” kitabını hazırlarken belediye arşivinde yer alan meclis tutanaklarında, meclis üyelerinin konuşma zabıtlarını okuduğumda aynı Trabzonlunun nezaket ve kendini ifade etme yeteneğine bir defa daha şahit olmanın mutluluğunu yaşamıştım. 1939 senesinde bir gazete ilanı okuyunca aynı duygular depreşti. Gazetedeki sıradan bir teşekkür ilanı. Buyurun beraber okuyalım. Yazının başlığı “Minnettarlık”.

“Bir yaralanma hadisesini müteakip kaldırıldığım Memleket Hastanesinde gördüğüm ihtimam ve şefkate ve bu tedavi anlarında iken maruz kaldığım kızıl hastalığını pek derin görüşleri ve hareketleri ile derhal önleyen DoktorBay Talat’a ve operatör Bay Fikret’e, Başbayan (Başhemşire) Rabia’ya ve diğer müstahdemlere ve heran bir ata şefkati ile umum hastalarına derin bir sevgi ve muhabbet gösteren Sıhhiye Müdürü Bay Şahap Akın’a ebedi şükranlarımı arza gazetenizin açık sütunlarında yer verilmesini dilerim.Uzunsokak. Rahmi Tolunay. Nezaket güzel şey doğrusu, ne olur elden bırakmayalım.