Okul deyince akla ne geliyor? Okul deyince akla, “kitap” geliyor belki ama ders kitabı. Şimdi ders kitabını da “teknoloji harikası(!)” bir yeniliğe bırakıyoruz… Bu gidişle kitabı tamamen ilgi alanımızın dışına çıkarmış olacağız!
Oysa kitap, medeniyettir. Okul, kitap ve okumak için vardır. Ama gerçekten okullar, kitap okumayı ve kitabı, yetişmekte olan bireylerin ihtiyacı haline getirebiliyor mu?
“Bir bahçen ve bir kitabın varsa, hiçbir eksiğin yoktur” anlayışına sahip bireyler yetiştiremedikçe, medeniyetin gerisinde kalmaya devam edeceğiz!..
“Öğretmenler, bırakın müfredatı da çocuklara kitap okumayı ve kitabı sevmeyi öğretin” desem, öğretmenlerden birçok itirazın yükseleceğini biliyorum. Testlerden tamamını çözen bir çocuk değil, her gün kitap okumayı bir ihtiyaç haline getirmiş bir çocuk benim için daha önemlidir.
Ünlü İslâm bilgini Fahrettin Razi diyor ki; “Hayatımda iki gece kitap okumadım; evlendiğim gece ve babamın öldüğü gece!” Bu açıklama, biz öğretmenlere bir şeyler ilham etmiyorsa, oturup düşünmemiz gerekmez mi?
Kitap okumayı hayatımızın bir parçası, kitabı çocuklarımızın çeyiz sandığının önemli bir malzemesi yapmadıkça, “çağdaş uygarlık seviyesi” hayal olmaya devam edecektir. Bu hayalimizi gerçeğe dönüştürmek de okuldan geçiyor.
Değişen dünya şartlarında okulun işlevi de değişiyor. Okulun bu serüvende sadece değişmesi yetmez; toplumun değişmesinde de olumlu katkısı olması beklenir.
Yeni bir tatile çıkıldığı şu günlerde, okulların rutinin dışına çıkarak, gerçek müfredata dönmesi gerekir. Gerçek müfredat, “yetişmekte olan bireylere okumayı ve kitabı sevdirmek” tir. Kitabı sevdiremeyen okul işlevsiz, öğretmen de etkisiz eleman olmaya mahkûmdur.
Okulların gerçek müfredatı, “kitabı sevdirme ve okuma” olarak hayata geçirilmelidir. Bilinmeli ki, okullarda uygulanan müfredatlar, gerçek müfredatı uygulamanın bir aracıdır. Okulların genel görüntüsü, araç olan müfredatın, amaç haline gelmiş olduğunu gösteriyor. Bu da okulların işlevsiz hale gelmesine neden oluyor. Böyle bir durum müfredatı işlevsiz hale getiriyor, maalesef…
Okullar, çocuk ve gençlere okumanın ve kitabın güzelliklerinin ilham edildiği kurumlar olmadıkça, sevilmeyen kurumlar olmaya devam edecektir. Okulları cazibe merkezi yapmanın en kestirme yolu da okullarda hayat kitabının okunur hale gelmesidir.
“Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır!” sözü biz öğretmenlere verilen önemi vurgulamaktadır. Ama yeni neslin içinde bulunduğu olumsuzlukların da biz öğretmenlerin eseri olduğunu unutmamak gerekir. Eğer bu nesil, okumayı ve kitabı sevmiyorsa, bunda biz öğretmenlerin suçu yok mu? Bence var; hepimiz bu durumdan sorumluyuz.
Okullar her gün kitap okumadan duramayan öğrenci yetiştirerek gerçek misyonunu yerine getirebilir. O zaman bütün eğitimciler olarak yaptığımız iş üzerine tekrar düşünmeli ve işimizi “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” modundan çıkarmalıdır. Kitabı hayatımızın en önemli önceliklerinden biri yapmak, medeni olmanın da göstergesi olacaktır.