Şeffaflık, hesap verebilirlik ve liyakat ilkeleri uygulamada karşılık bulmadı. TFF, Büyükekşi'nin kişisel şovuna hizmet eden, keyfi kararların alındığı bir yapıya dönüştü. Başlangıçta doğru niyetle yaklaşılsa da zamanla Kulüpler Birliği ve diğer paydaşlarla işbirliği yerine çatışma tercih edildi. Süper Lig yayın ihalesi ve hakem atamaları gibi kritik konularda yaşanan skandallar, Türk futbolunun imajına ağır darbe vurdu.
Üretim boyutu ihmal edildi. Kulüplerin ekonomisi eksi yönde büyürken müdahale edilmedi, yaptırım uygulanmadı. "Onlara dokunmazsam, bana cephe almazlar" düşüncesi, ne İsa'ya ne Musa'ya yaranılabildi.
Gelinen aşamada seçimli genel kurul kararı alınması iyiniyetli paydaşlar tarafından "Türk futbolu için yeni bir sayfa" umudu olarak görülse de nafile... Bilgilerin ilgisiz, ilgililerin bilgisiz olduğu bir ortamda, siyaset işin iliklerine kadar işlemişken idealist olmanın mümkünatı yok.
Servet Yardımcı, en güçlü aday olarak gösterilse de, UEFA'dan bile vazgeçmek zorunda kaldı. Kolay mı öyle kendi başına ortaya çıkıp aday olmak? Kime, neye güveniyorsun? İki günde tarihin tozlu raflarına gönderirler de anlamazsın...
Kulüp başkanları? Onlar ayrı bir alem... Dün yangında kül bırakmıyorlardı, şimdi ortada yoklar... Reis hepsini ters köşeye yatırdı... Ayıklasınlar ayıklayabilirlerse pirincin taşını...
Sonuç olarak, geriye, olmayan sandıktan çıkacak olan meşhur Büyükekşi ile atletizmdeki "tavşan atlet" benzeri, "sözde demokrasi ortamının süsü" İbrahim Hacıosmanoğlu kaldı...