Bir süredir, insanın özüyle ilgileniyorum.
İnsan nedir, neden bu sistemde var, ne için buradayız, bu dünyada ki aracımız nedir, biz kimiz, ruhumuz ne ister, bizi biz yapan ne, eksiklerimiz , fazlalarımız neler, ruhumuz neyle beslenir, beslenir mi?
Bunların cevabını bulabilme adına edindiğimiz tecrübelerin toplamı hayat olarak çakıyor karşımıza.
Elbette hiçbir soruyu farketmeden geçip giden milyarlarca insanın olduğu bu evrende, doğru cevabı bulmak çok zor.
Evet zor ama imkansız değil.
Çocukluğumdan beri zihnimi meşgul eden sorulara yavaş yavaş cevap bulma yolunda edindiğim birikimlerin sağlamasını yapabilme adına kendime biraz daha vakit ayırıp bu konu ile ilgili, eğitim almaya başladım.
Daha önce aldığım psikoloji eğitiminde, bizi biz yapan her şeyin çocukluktan hatta anne karnından itibaren oluştuğunu biliyorum.
Travmalarımız, kararlarımız, duygulularımız hep kendi tarihimizde yaşadıklarımız sonucunda attılan adımların neticesi.
İleri ki yıllarda yaşanılan hastalıklarımızın da, o dönemlerde yaşadıklarımızın bize yansıması…
Yani çocukluk döneminizde ruhunuz ne yaşadıysa, şimdilerde bedeniniz de onu sunuyor size.
Konu aslında çok detaylı ama özet geçeceğim.
Diyelim ki migren hastasısınız. Ataklarınız var.
Muhtemelen çocukluk yıllarınızda yaşadığınız sevgi eksikliği sonucu oluşan çaresizlikleriniz, geri püskürttüğünüz cinsel duygularınızın yüzeye çıkma hali ya da babanızın kimliğiyle ilgili yaşadığınız sorunlar size baş ağrısı olarak dönebiliyor.
Ya da romatizma hastasısınız. Oldukça ağrılı olduğu söylenen bu hastalık eklemlerde sertlik oluşturur ve bu sertlik hareket kabiliyetini kısıtlar. Bazen hayatı zindana çeviren bu hastalığın da sebebi çocukken yaşanılan incinme duygusu.
İncinmekten korkmak zamanla kişiyi inatçı, esnek olmayan, dışarıya karşı “hayır ben çok güçlüyüm “ rolüne büründürdüğünden bir süre sonra, kişi için sevgiye kavuşmak bir hayale dönüşebiliyor.
Kişiliğinizi oluşturan bu duygular da size esnemeyen ağrılar yani romatizma olarak yansıyabiliyor.
Diyelim ki kulaklarınız uğulduyor.
Muhtemelen çocukken aile içinde ya da okuldayken duymak istemediğiniz sözlere, bir gürültüye tanık olduğunuz için, ya da sesinizi duyurmak için konuştuğunuz da birileri size “ kes sesini!” Dediği için, bu gün kulaklarınız uğulduyor olabilir.
Konuşmak istemediğiniz, tartışma dinlemekten çekindiğiniz, kötü sözlerle yüz yüze gelmek istemediğinizde, ya da iç sesiniz size bir şey anlattığında da kulaklarınız uğuldayabilir.
Ve çağımızın belası kanser!
Geçmişte yaşanan, ifade etmeye cesaret gösterilmeyen hisler… Misal anne-baba- kardeş ya da arkadaş kaybı. Ama konuşamayan, kendini ifade edemeyen bir çocuğun, yaşanılanlara, Tanrıya öfkesi…Kızgınlığı!
Yıllar içinde rol model olarak ya da sevdiği birinden bekleyipte alamadığı sevginin, öfkeye, nefrete dönüşmesi…Yaralarının sarılmasını ümid ederken, ruhunda daha da derin yaraların açılması. Tesellisi olmayan korkular…
Umutsuzluk hali ve bir süre sonra iç benliğe küsüp pes etme durumu.
Genelde sevgi dolu olan bu kişiler bir süre sonra vücutta zaten var olan ve yanlış yaşayan kanser hücrelerinin kurbanı haline dönüşür.
Çünkü umut artık kanserli hücrelerle savaşmayı bırakır.
Pes eder.
Ve bu da ruha ölüm olarak yansır.
Kısacası çocukluğumuz bu günü, bedenimiz ruhumuzu, yaşanılanlar da hayatımızı oluşturuyor. Sistemin içinde nasıl ki tek bir hücre bütün sağlığımızı bozabiliyorsa, geçmişimizde yaşanılan umursanmayan, farkına varılmayan, ötelenen küçük bir olay da tüm ruhumuzu etkileyebilir.
Size tahmin edemediğinizden büyük yaralar açabilir.
Ya da düşünmek istemediğiniz kadar büyük yaralar…
Görünen ağlar olduğu gibi, görünmeyen ağlar da ruhumuz ve beden sağlığımız için önemli.
Her şeyin birbirini tetiklediği, etkilediği sistemde içinize doğru bir seslenin bakalım…
Belki de çare sizdedir