İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının delillerindendir(Rum: 21) diye buyuran Kur’an, insanlık tarihi kadar eski olan ailenin bir mutluluk yuvası olduğunu vurgulamaktadır. Ailenin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Nitekim insanlığın başlangıcı olan Hz. Âdem-Hz. Havva ve çocukları Habil-Kabil, bir aileyi örneklemektedir. O zaman içinde bulunduğumuz ‘evde kal” sürecini niçin bir mutluluk süreci değil de, bedbahtlık süreci olarak yaşadığımızın cevabı üzerinde düşünmeye değmez mi? Acaba aile olarak sorumluluğumuzu ihmal mi ettik? Çocuklarımızı mutlu etmek yerine, zengin etmeyi düşünerek gerçek sorumluluğumuzu ihmal mi ettik?
Kültürümüzde de çocuk yetiştirmede en büyük görev ve sorumluluğun aileye verildiğini biliyoruz. İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar çocuğun yetiştirilmesinde birinci sorumlunun aile olduğunu biliyoruz. Nitekim Hz. Muhammed(S.A.V.), bir ailenin/ana-babanın çocuğuna bırakabileceği en büyük miras, sağlam ve etkili bir terbiye olduğunu bildirmiştir.
Eğitim bilimlerinde de aile ocağı, çocukları terbiye eden, şahsiyeti itibari ile onu kalıplayan, ona örnek olan tek ve birincil kaynak olmak görevini yerine getirmeye çalışan bir kurum olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de aile, çocuğun sosyalleşmesinde ve samimi ilişkilerin oluşmasında en güçlü olduğu birincil guruplardandır. Toplumun temelinde aile vardır. Aile ne kadar sağlam olursa, toplum da o kadar sağlam olacaktır. Ne var ki bugünün modernite şartlarında, aile büyüklerinin işyeri ile yuvası arasında paylaşılmışlık durumu ile ilgili sorunlar, aile yapısının sarsılmasına neden olmaktadır. Gözlerini bir ailede açan çocuk, bu ailedeki kültürel hayatı öğrenmeye ve yaşamaya başlar. Ailenin çocuk eğitimini üstlenmesi, insanın fıtratı gereğidir. Okul çağına kadar bir kültürlenme sürecini evde yaşayan çocuk, okul çağından sonra da okulun rehberliğinde kültürlenmeye devam eder. Aslında bu sürecin başka bir adı sosyalleşmedir ve ailede başlar. Ailenin gelmiş olduğu durum, çocuğun okul çağına erkenden başlamasını zorunlu hale getirmiştir. Ailenin bu sorumluluğunu kreşe vererek, çocukların, bize ve toplum kültürüne yabancılaşmasının önünü açtığımızın farkında değiliz. Neredeyse doğar doğmaz çocukları ‘kreş’ denilen bir yere teslim edip, çocuğa kazandıracağımız terbiye mirasını okula havale etmiş oluyoruz(Örnek, Futbolcu Arda, bu yıl doğan çocuğunu bir kreşe yazdırmış olduğu haberini basına yansıtmıştı). Bugünkü sürecin zorluğu, büyük oranda bu durumdan kaynaklanmaktadır. Ailenin etkinliğinin kreşe havale edilmesi, ailenin saadet yuvası olmasını değiştirdiğini, içinde bulunduğumuz ‘evde kal’ sürecinde çok daha iyi anlamış bulunmaktayız Çocuğun insan olmasında aileden çok teknoloji, dijital dünya, vb. araçlar daha etkiliyse, ana-baba olarak sorumluluğumuzu yerine getirmediğimizi söylememiz yanlış olmasa gerek.
.
Evlerimizin ‘hane-i saadet’ olup olmadığını düşünmekle işe başlamanın zamanı geldi. Bu ‘evde kal’ süreci, bu zaman olabilir. Evde kalırken, evimizi fıtrata uygun hale getirmek için neler yapabileceğimiz üzerinde düşünmeye değer. Türk ailesinin sağlamlığı onun “hane-i saadet” olmasına bağlıdır. Bugünkü haliyle ailenin “hane-i saadet” olarak adlandırılması gerçekçi görünmemektedir.
Çok Okunanlar
Trabzonspor’dan ayrıldı; şimdi gol makinesine dönüştü
Transfer Fiyaskosu: Şenol Güneş Scout Ekibini Baştan Dizayn Etti
Trabzonspor’un Transfer Gündeminde İki Sürpriz İsim!
Trabzonspor - Inter Maçındaki Efsanevi Gol Yeniden Gündemde!
Trabzonspor’dan KAP’a yapılan bildirimde toplam borcun 10,3 milyar TL olarak açıklandı
Taha Abdi Ali İçin Son Kararı Şenol Güneş Verecek