İslam ve İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif, milletin maddi ve manevi sıkıntılara maruz kaldığı bir dönemde yaşadı. Akif’in fikir kaynağı yalnız İslam’dır. O, ne tarihi ve milleti inkâr demek olan Batı’ya tapıcılık, ne ırkın taş devrine dönüş özlemindeki primitifliği ihya delili, ne de durgun Doğuculuk(1). Türk düşüncesi Batılılaşma hastalığı ile İslâm’dan uzaklaşırken, hastalıklar peşi sıra gelmeye başlamıştır. Hastalık ortada:
“Demek: İslâm’ın ancak namı kalmış, Müslümanlarda,
Bu yüzdenmiş, demek hüsran-ı milli son zamanlarda”
Müslümanlığın adı kalmış toplumda, hüsranın sebebi bu, bu hakikati haykırıyordu Akif, Türk milletine. Ve yabancılara köle olmamak için çıkar yolu işaret ediyordu, “Eğer çiğnenmemek isterseler seylab-ı eyyama, rücu etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslam’a”
Akif’e göre çözülmeye yüz tutmuş milletin, bölünmüş Müslümanların mutlu olmaları, İslâm’ın aslına dönmelerine bağlıdır.
Akif, sanatı İslâm’ı anlatmada bir araç olarak görür. Şiir dava için bir araçtır ona göre:
Ne cihan kaygusu derman, bu devasız derde;
Ne de can, sonra filan duygusu engel, heyhat!
Can, cihan, hepsi de boş, ‘gaye’ dedir varsa hayat!
Bin çalış gayen için, bir kazan ömründe yeter”.
Evet, gaye için can, cihan, bütün dünyalıklar bir hiçtir; varsa yoksa dava!.. Akif şiiri İslâm’ın millete ve ümmete anlatılması için bir araç olarak kullanır. O, kendi misyonunu “salt tebliğ” olarak sunar bize:
“İşte dert, işte deva, bende ne var? Bir tebliğ!..
Milli Mücadele boyunca İstiklâl Marşı Şairi kadar kendini davaya adamış birilerini bulmak çok kolay değildir. Akif, görevinin büyüklüğünün şuurundadır.
O, birbirine düşman kesilen toplum bireylerinin yeniden “cemaat” yapabilmenin savaşını verirken, ayrılık tohumları eken zihniyetleri toplumdan kovmak için çaba sarf eder.
O, toplumun felaketi olarak, bozulan vahdeti(birlik-beraberlik) görür ve her yerde ‘vahdet’ gibi bir “yar-ı müsait arar:
“Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsait lazım…”
Fakat böyle bir yârı, bu karışık ortamda bulmak, ne mümkün? Nitekim bulamadığı bu yâr için ağlamaktan başka bir şey elinden gelmez:
“Artık, ey yolcu bırak… Ben yalnız ağlayayım…”
İşi, gayesi İslâm birliğini, millet beraberliğini tesis edip, düşman karşışına tek bir kalb olarak çıkabilmektir onun davası… Milletin içinde ayrılık tohumlarının filizlenmesi, vahdeti zedeleyerek düşmanın içimize kadar nüfuz ettiğinin farkında olan Akif, bütün ömrünü vahdeti tesis etmekle geçirmiş önemli bir dava adamı olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor.
İçimizdeki düşmanın kovulması, vahdetin yeniden tesisine bağlıdır, Akif’e göre. Düşmana karşı koyabilmek için vahdet şart, çünkü;
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!”
Akif aynı çağrıyı camide de yapar:
Vecde gel, vahdete dal, alem-i kesretten uzak,
Yalnız Sanii gör, sanatı, masnu bırak…
Ey cemaat, yeter artık Allah için olsun uyan!
Sesi pek müthiş olur, sonra kulaklarda çanın…
Mehmet Akif’in davası, bugün bizim davamız olabiliyorsa, geleceğimize ümitle bakabiliriz. Çünkü tarih tekerrürden ibarettir; tarih tekerrür ediyor, ibret almadığımız için!..
  1. S. Karakoç, M. Akif Ersoy