Nedense Hiç Şaşırmadım Yılmaz Özdil’in Söylediklerine…
Bazen hayallinizde taçlandırdığınız kahramanlarınız, aslında hiç de hayalinizde canlandırdığınız gibi yüce olmayabilir. Tam tersi onun gerçek yüzünü gördüğünüzde büyük bir hayal kırıklığı da yaşaya
Nedense Hiç Şaşırmadım Yılmaz Özdil’in Söylediklerine…
Bazen hayallinizde taçlandırdığınız kahramanlarınız, aslında hiç de hayalinizde canlandırdığınız gibi yüce olmayabilir. Tam tersi onun gerçek yüzünü gördüğünüzde büyük bir hayal kırıklığı da yaşayabilirsiniz… Bu muymuş? Diyebilirsiniz.
2011 yılıydı. Konu hakkında “ Net “ üslubunu sevdiğimden, o gün yağan şiddetli yağmura bile aldırış etmeden gittim Yılmaz Özdil’in yeni çıkartmış olduğu kitabın imza gününe. Yazmayı öğrendiğim günden beri, sürekli bir şeyler karalayan bendeniz orada gördüğüm ambiyansa, okuyucunun yazarın etrafında oluşturduğu sevgi dolu halkaya hayran kalarak ve o kelimelerle anlatmaya yetmeyen duygudan birazda etkilenerek “Artık bir roman yazma vaktimdir” diyerek yazmaya karar verdim.
Yine aynı yağmurla döndüğüm yolda tek arzum, bir an önce eve giderek yazmaktı. Öyle de yaptım. Durmadan, dinlenmeden çalışarak ilk romanım KIRINTI’YI yazdım.
Yaşamın içinde tesadüflere çok da inanmam. Her şeyin bir sebebinin ve neticesinin olduğunu düşünürüm. Uğraşmalarım, didinişlerim meyvesini vererek tam bir yıl sonra ilk romanım KIRINTI’yı elime aldım. Hani tesadüf buya TÜYAP’ta yapılan ilk imza günümde tam arka salonumda Yılmaz Özdil’in de imza günü vardı.
Haberi duymanın sevinciyle, kendi imza günümde okuyucularımdan müsaade alarak beş dakikalığına da olsa yazar’ın imza gününe katıldım. Pek tabii yanımda kendisine yazılmış bir not ile. O notta bütün açık yürekliliğimle kendisinin imza gününden sonra benim için bir mucize gibi olan roman yazma maceramı ve yine aynı mucizenin sonucunda aynı imza salonlarında bulunmaktan ötürü duyduğum mutluluğu hem yazarak, hem de sözlü bir şekilde ifade ettim. Daha sonra kitabını da imzalatarak, salonda ki kendi yerime dönerek imza günüme kaldığım yerden büyük bir mutlulukla devam ettim.
Sonrasında farkında olmadan beklemeye başladım. Neden mi bekledim?
Yılmaz Özdil beni arar diye…
Çünkü ben bu durumda olsaydım ki, kim olsaydı “ DUYARLILIK “ gösterir kendisine uzatılan o nota tepki verir, kendisinin böyle bir mutluluk verici olaya vasıta olmasından dolayı en azından jest olsun diye karşısındakini arardı.
Mesela Çarşamba günü bana gönderilen bir mailde, bir başka romanım “BİLİNMEYEN” DE ki minik kız çocuğundan çok etkilendiği için kızının adının LİLA koyan bir okuyucum yaşadığı mutluluğu yazıyordu. Mailde verilen bilgilerine telefon numarasını da ekleyen bu okuyucum açıkça onu aramamı istemiyordu ama eğer orada numarasını yazdıysa ve en büyük mutluluğuna sebep olduysam benim onu önemsediğimi hissetmesi için arama yapmam gerekiyordu. Aradım da… Ve yazdığım romandan etkilenerek kendisine ilk isim anneliği yaptığım bebeği ziyaret ettim.
Bir insana nasip olabilecek o güzel anları bana yaşattığı için beni yaratana ne kadar şükretsem azdır.
Muhteşemdi.
Kendilerini önemsediğim ve değer verdiğim için, duyarlı davrandığım için karşımdakilere yaşattığım mutluluktu beni daha da mutlu kılan.
İnsan olmanın özü buydu. Şişkin egolardan ve neydim, ne oldum düşüncesinden sıyrılarak bir başkasına şefkatle elinizi uzatmaktı.
İşte bu yüzden günlerdir gündemi meşgul eden “ AK Parti mitingine giden madencilere ölüm müstahaktır “ gibisinden insanlık dışı açıklamayı yapan Yılmaz Özdil’e hiç şaşırmamam!
Umursamamak fenadır! Hem de çok fena!
Önce benliğinizi kör eder, sonra gözlerinizi…
İnsanları inanışlarına, inandıklarına göre kategorize etmek çok daha fenadır!
Merhameti çeker alır yüreğinizden.
Önce bu dünya da bir sizin gibilerin var olduğunu sandırır insana.
Sonra bir tek sizin var olduğunuzu sanırsınız.
Sonra nefret ve kin dolu söylemlerle “ amaaaaan sende, bizden olmayan ölsün gitsin! ” Dedirtir.
Ve bir bakarsınız ki bu dünya sizi umursamayanların yarattığı bir cehenneme döner.
O cehennemde şiddetin her türlüsüne tanık olursunuz. Sonra bir bakarsınız ölümünüzü bile umursamazlar. Çünkü siz onlardan değilsinizdir. Siz “ Ötekileştirilenlerdensinizdir”
Zaten hep bizi umursamayan “ Ötekiler “ yüzünden ölüp gitmedik mi?
(İnci’den not: Neden Sarıgül’ün attığı yumruğa tepki verip de Başbakan’ın attığı yumruğa ses etmiyorsun? Diyenlere… Ben Sarıgül’ün yumruğuna çok tepki verdim ama sizin gıkınız çıkmadı! Tek kelam yazmadınız- yazamadınız satırlarınızda… Onu haklı çıkartmak için ölüm uykusuna bile daldınız. En son çare dediniz ki; Ev sahibi ev sahipliğini bilmeli, ev sahibi misafire hakaret edemez! Sonra düşündüm ki, siz çok haklısınız… Ev sahibi, ev sahipliğini bilmeli! Ev sahibi misafire hakaret edemez! Hele o ev sahibi hem Taksim’de, hem de Soma da teyakkuz halindeyse… Bir küçük dip not daha: Bu satırları depremden hemen sonra yazıyorum. Sarsıntı an’ı itibariyle yine mahallece döküldük bahçelere, sokaklara, hiç tanımadıklarımıza anında kucak açtık, su, şeker, hırka falan verdik… Demem o ki; Hayat işte bu kadar…)