Trabzonlu eğitimci tarih alanında Yüksek Lisansını tamamlayan Dr. Sabri Kızıltan yazdığı kitapla birlikte Amerikan devletinin Müesses Nizamı(Derin yapısını) ortaya sergi. Trabzonlu eğitimci yazarın 660 sayfalık ‘Amerikan Dış politikasının Gölge akılları’ başlıklı kitabı büyük ilgi gördü. Kızıltan ile bu kitabı konuştuk:
TAKA: Sevgili hocam öncelikle TAKA Gazetesi okurları sizi tanımak isterler?
SABRİ KIZILTAN: Her şeyden önce tüm TAKA okurlarına bu mübarek Ramazan gününde canıgönülden selam ederim. Umarım bu mübarek ay, tüm İslam Alemi ile birlikte okurlarınız içinde huzurlu ve bereketli bir şifalanma dönemi olur. Ben 1983 yılı Trabzon/Arsin doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi doğup büyüdüğüm memleketim Trabzon’da tamamladıktan sonra lisans öğrenimimi, İngilizce öğretmenliği bölümü okumak için gittiğim İstanbul’da tamamladım. 2007 yılında döndüğüm şehrimde vekil öğretmenlikle başladığım öğretmenlik serüvenime ise şehrimin farklı ilçe ve derecelerdeki okullarında kadrolu öğretmen olarak devam ettim.
Mesleğimi icra ederken de bir yandan önce KTÜ Eğitim Bilimleri Enstitüsünün Tarih Öğretimi Anabilim Dalındaki Yüksek Lisansımı, ardından da yine KTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsünün Tarih Anabilim Dalındaki Doktoramı tamamladım. Tüm bu süre boyunca da dilini öğretmek ve siyasal sitemini anlayıp anlatmakla kader birlikteliği yaptığıma inandığım çağın başat gücü Amerika Birleşik Devletleri’ni birçok kez ziyaret ettim. Orada kaldığım aylar boyunca ise çalışma alanımı yakından gözlemleme fırsatı buldum. Bütün bunlara ek olarak da uzun yıllar boyunca yerel ve ulusal ölçekteki pek çok sivil toplum örgütünde proje yürütücülüğü, eğitim koordinatörlüğü ve dernek yöneticiliği gibi görevler üstlendim. Son ABD seyahatimden döndüğüm geçen yılın Haziran ayı itibari ile ABD dış politikası üzerine kaleme aldığım ve doktora tezimin de genişletilmiş hali olan ilk kitabım Ötüken Neşriyat tarafından yayıma alındı. Topluma dönük yüzümle kendimi kısaca tanıtmak istersem Sabri Kızıltan böyle bir insan diyebiliriz.
EN KAPSAMLI ÇALIŞMA
TAKA: Doktora tezinizle ilgili böyle bir kitaba imza attınız. Aldığınız tepkiler nasıl?
SABRİ KIZILTAN: Çalışmamız oldukça olumlu tepkiler aldı diyebilirim. Her şeyden önce tarih anabilim dalında hazırlanmış bir çalışma olmasına rağmen dünyada pek az uzmanın doğrudan üzerinde çalıştığı ve tarihle birlikte siyaset bilimi, sosyoloji ve uluslararası ekonomi politiği gibi ilintili alanları da kapsayan özgün bir konu üzerine çalıştık. Bu eseri hazırlarken hedef okur kitlemiz de dış işleri ve güvenlik bürokrasisiydi. Çalışmamızın ilgili çevrelerin dikkatini çektiğini gördük ve bu durum da bizi oldukça mutlu etti. Bunun yanı sıra Trump’ın henüz adaylığının bile kesinleşmediği bir dönemde kapak görselini Trump ve kongre baskını üzerinden tasarlamamız ise kitabın iddiasını daha da arttırdı. Muhtevası gereği hacimli bir eser olması, basımının Türkiye’nin en köklü yayın evlerinden biri tarafından üstlenilmesi ve ilk baskısının neredeyse altı ay içerisinde tükenmesi de çalışmamızı oldukça dikkat çekici bir hale getirdi diyebiliriz.
FİNANS KAPİTAL SİSTEM
TAKA: Yazdığınız kitapta Amerikan dış politikasını ve ona akıl verenleri irdelediniz. Özetler misiniz Amerika nasıl bir dış politika izliyor?
SABRİ KIZILTAN: Kitabın muhtevasından başlamak gerekirse biz çalışmamızda Amerikan düşünce kuruluşlarının Amerikan merkez bankası ve ortaklığındaki endüstriyel sermaye grupları ile girdiği ilişkinin ABD siyasal sistemini ve onun üzerinden ABD dış politikasını nasıl şekillendirdiğini irdeledik.
Bunun içerisinde Amerikan muhafazakarlığının yaşadığı tarihi ve güncel kırılmalar da var, hâkim liberal ideolojinin ABD üzerinden kurguladığı dünya sistemi arayışları ve bunun Ortadoğu’ya yansımaları da. Çalışmamız tüm bu süreçleri finans-kapitalin Batı medeniyeti içerisindeki tarihsel yükselişi, onun thinktankler ile kurduğu ilişki ve ABD’nin kuruluşundan günümüze kadar geliştirdiği dış politikası ile ilişkili olarak karşılaştırmalı tarihsel analiz yönetimini izleyerek inceliyor. Bu nokta da ABD’nin bugün nasıl bir dış politika izlediği sorusuna vereceğimiz cevap da sistemi okuyan tüm uzman çevrelerin üzerinde mutabık kaldığı bir yaklaşımı içeriyor. ABD bugün finans-kapitalin 18. yüzyıl Avrupası’na yaşattığı bir küresel ve ulusal sermaye bölünmesi içerisinden geçiyor. Bu küresel yapıya yönelik en etkili yaklaşımı “küreselleşmiş tekelci finans kapitalizmi” tanımlamasıyla Oregon Üniversitesi’nin sosyoloji profesörlerinden John BellamyFoster yaptı. Küresel ve çok uluslu sermayenin mekansızlaşma eğilimi ve yerel dinamiklerin buna karşı duruşu ise -tıkanan finans sisteminin de dahli ile- ABD dış politikasına bir dengesizlik hali olarak yansıyor. Daha net ifade edeyim. Daha dün Trump’ın seçim sürecindeki en büyük destekçisi ElonMusk ‘biz ABD’yi iflastan kurtarmaya çalışıyoruz’ minvalindeki tarihi bir açıklamaya imza attı. Trump’ın ikinci döneminin ilk 40 gününde dünyanın her köşesinden hak talep etme girişimleri ise ülkesinin ekonomik olarak nasıl bir darboğazdan geçtiğine işaret ediyor. ABD dediğimizde aklımıza ilk gelmesi gereken her çeyrekte trilyon dolar hacminde borçlanan bir ekonomi olmalı. Şahsen ben bugün ABD dış politikasını tek bir karede karikatürize etmek ve ABD’nin nasıl bir dış politika izlediğini resmetmek istesem; ‘Atlantik’in batı yakasında, saplandığı borç bataklığında çırpınan ve batmaya devam ederken yerkürenin çeşitli yerlerine rastgele ateş eden bir kovboy görseli’ çizerdim.
SİYASETE DIŞARDAN DESTEK VAR
TAKA: ABD’nin dış politikasını kim dizayn ediyor?
SABRİ KIZILTAN: ABD’nin yalnızca dış politikası değil toplumsal algı mühendisliği ve tüm sistem tasarımı ile birlikte iç politikası da Amerikan ekonomisinin merkez güç bloğuna oturmuş ve artık küreselleşme eğilimi içerisine girmiş belirli sermaye gruplarının çıkarları ve onların dünyaya bakışları doğrultusunda şekilleniyor. Bu noktada modern ulus devletin tarihteki ilk prototipi olarak kurulan ABD’yi daha da yakından tanımamız gerekiyor.
ABD’nin siyasi partileri bizdeki gibi güçlü kadro hareketleri üretmekten daha çok bir seçim makinesi gibi çalışır. Bu da sistemin, devlet yönetiminde ihtiyaç duyduğu uzman kadroları devlet dışı iç aktörlerden temin etme sonucunu doğurur ki burada da karşımıza düşünce kuruluşları ve ilgili politika planlama ağı çıkar. Bu yapılar da öncelikli olarak sermayenin finansal motivasyonu ile vücuda gelir ve şekillenir. Bu düşünce kuruluşları Amerikan başkanların metin yazarlarından ulusal güvenlik danışmanlarına, dış işleri bakanlarından istihbarat başkanlarına kadar tüm kilit kadroların eğitildiği, belli dünya görüşleri üzerinden interdisipliner bir anlayışla yetiştirildiği kuruluşlardır. Bunların pek çoğu 100 yıllık kurumsal hafızaya sahip, köklü bir hariciye gibi yerkürenin çeşitli bölgelerine yönelik çalışan uzman masalarına sahip kuruluşlardır. Sözün kısası ABD dış politikası sermayenin motivasyonu ile hareket eden ve sistem içerisinde nomenklaturaya benzer bir ağ kurmuş uzman kadrolarca dizayn edilmektedir.
TRUMP MUHAFAZAKAR YÜRÜMEYE BAŞLADI
TAKA: Trump’ın iş başına geleceğini öngörebilmiş biri olarak bundan sonra neler bekliyorsunuz?
SABRİ KIZILTAN: Bu soru aslında ABD’nin küresel konumu üzerinden dünyanın da geleceği ile de ilgili bir soru. Bu yüzden bu soruya iki açıdan cevap vermek lazım. İlk olarak mevcut konjonktür itibari ile yaşayan herkes tarihsel bir geçiş dönemine tanıklık ediyor. Özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılması ardından oluşan tarihsel boşluk henüz genişlemesinin son halkasına ulaşabilmiş durumda değil. Yani ikinci bir Amerikan yüzyılı beklentisinin ardından gelen 2008 finansal krizi, -finans-kapitalin yaşadığı her tarihsel krizde olduğu gibi- önce ABD’nin hegemonya algısını yeniden inşa etti ardından da tüm dünya da bir kez daha yeni düzen tartışmaları başlattı. Küresel yönetişim, tek kutupluluk, çok kutupluluk ve yeni Soğuk Savaş söylemleri üzerinden şekillenen beklentiler alan uzmanlarının da bu konuda net bir fikrinin olmadığını gösteriyor. Benim tarihte gördüğüm o ki bütün yeni düzenler büyük ve yıkıcı küresel savaşların ardından kuruluyor. İkinci cevap da Trump Amerika’sının geleceği ile ilgili. Bu cevabı da kitabımdan alıntılayarak vereyim. Amerikan entelijiyansası Türk tarih anlatısına Hoca Saadettin’in kaleminden kazandırılan bir anlayışın hakikatine varmış durumda; “Dünya bir kişiye fazla iki kişiye azdır”. Trump döneminin savrulmaları da bu açıdan anlam kazanıyor. Trump, Amerikan muhafazakarlığının üç ana damarından biri olarak okunan “paleo-con” (eski-tip)muhafazakar anlayışa oturuyor. Ataerkil yapıyı, dini değerleri, devleti, ulus bilincini ve milli ekonomiyi önceleyen ve bir zihniyeti var. Tüm bunlar sistemin merkez omurgasını oluşturan küreselleşme ideolojisinin saikleri açısından kabul görmeyen yaklaşımlar. Her ne kadar Gazze ve İsrail konusundaki tutumu aksi bir görünüm çizse de Trump’ın bu cenahla yol yürümesinin çok kolay olmadığını düşünenlerdenim. Daha bugün Zelenski ile Oval ofiste yaşanan tartışma bile bu cenahlar arasındaki çatlağı okumamız için yeterli. Göreceksiniz ki çok uluslu medya her zaman yaptığı gibi bu durumu da bir Trumpfobiya yaratmak için kullanmak isteyecek. Çünkü ABD bu ideolojinin sahiplerinin gözünde yalnızca bir araç. Trump ise ‘önce Amerika’ diyenlerden. Bu kan uyuşmazlığı tarihin gördüğü en büyük ekonomik krizi, diğer bir deyişle Amerikan ekonomisinin bir karadelik gibi tüm dünya ekonomilerini içine çekecek olan iflasını Trump döneminde tetikleyebilir diye düşünüyorum.
AMERİKA’DA DEMOKRASİ HALA OTURMUŞ DEĞİL
TAKA: Amerika’ya birçok kez gittiniz. Kitapta yazdıklarınızla orada gördükleriniz benzer mi?
SABRİ KIZILTAN: Fazlası var eksiği yok diyebiliriz. Sahadaki gözlemlerimin benim açımdan en dikkat çekicisi Amerikan toplumunun ve özellikle de muhafazakarlarının durumu. Öncelikle neredeyse tüm Amerikan toplumu sistemin belirli klikler tarafından sarmalandığının farkında ve demokrasilerinin geleceği noktasında ümitsizler. Diğer bir deyişle Amerikan rüyasının bittiğini artık herkes görüyor. Bunlar içerisinde muhafazakâr cenahın durumu da ayrı bir tartışma. Amerika muhafazakârlığı prütanist yaklaşımların popülist söylemleri ile siyonist politikaların ahlak sınırlarını aşan saha çözümlemeleri arasında sıkışmış durumda ve yeni bir tarihsel kırılmanın daha içinden geçiyor. Trump’ın ikinci kez iktidara gelmesi bu kırılmayı en yüksek perdeden görünür kılıyor.
‘ÇALIŞMALARINA BURADA DEVAM ET’ DEDİLER
TAKA: Bu kitabı yazdıktan sonra Amerika’ya giriş ve çıkışlarınız sorun olur mu?
SABRİ KIZILTAN: Kesinlikle olmaz. Tam aksine ABD imparatorluk boyutuna evirilme sürecini bilimin ve bilginin merkezinde olduğu akılcı bir anlayış üzerinde şekillendirmiştir. Başka bir ifade ile ABD sistemini kuranlar kimin hangi ideolojiye sahip olduğuna değil kimin bilgisinden ne kadar faydalanabileceklerini hesap ederek hareket etmişlerdir. Buna Amerikan meritokrasisi denir. Nitekim seyahatlerim sürecinde kurduğum temaslarda ABD’de kalmam ve bu alanlardaki çalışmalarımı orada devam ettirmem noktasındaki tavsiyeleri çok duydum.
POLİTİKALARI ORTADOĞU’NUN İSTİKRARSIZLIĞI ÜZERİNE KURULU
TAKA: Bütün Ortadoğu Müslüman ülkelerle dolu ama bir araya gelemiyoruz. Kim bu Siyonistler ve Yahudiler. Nasıl bu kadar güçlüler.
SABRİ KIZILTAN: Çalışmanın belki de en çarpıcı sonuçlarından biri de şuydu ki; sistemin sahipleri sıradan Yahudileri de kendi çıkarları doğrultusunda ustaca araçsallaştırabiliyor. Bu noktada Siyonizm’le Yahudileri birbirinden ayırmak, Siyonizm’i de yeniden tanımlamak gerekli. Şöyle açıklayayım; Mehdi beklentisi ile Kabil’den Suriye’ye gelen ve DAEŞ saflarında savaşırken ölen Müslüman bir gençle, Kral Davut’un soyundan gelecek olan İkinci Mesih’in gelişini hızlandırma beklentisi ile İngiltere’den Kuzey Irak’a gelen ve PYD saflarında savaşırken ölen Yahudi genç aynı sermaye gruplarının aynı dolaylı konsolidasyonu içinde. Bu konsolidasyonun 21. Yüzyılın ilk çeyreğindeki amacı; Ortadoğu’da kontrollü bir istikrarsızlık yaratmak ve bu suretle de Amerikan askeri varlığını bölgede daim kılmaktı. Böylelikle sermaye bir taraftan bölgesel ticaret yolları ile birlikte Avrupa pazarını denetleme hedefine ulaşırken diğer taraftan da enerjiye bağımlılığı yüksek derecede olan ve aynı zamanda kendisine ucuz iş gücü temin eden Çin’i baskılamayı hedeflemişti. Tüm bu jeo-stratejik tasarımlar da ABD’nin önüne, bölgedeki muhtemel rakiplerinin yükselmesini engelleme planı üzerinden jeopolitik bir yol haritası olarak koyuluyor. Bu tasarımın mimarı olan ve teo-idelojik söylemleri üreten neocon kadroların kurdukları düşünce kuruluşu da en büyük finansal desteğini bölge petrollerine iştah kabartan ve artık aidiyetleri ABD sınırlarını da aşmış olan küresel sermayeli ve çok uluslu enerji şirketlerinden alıyor. Nitekim Trump birinci başkanlık döneminde ABD askerinin Suriye’de bulunma amacını petrol olduğunu ve askerlerini bölgeden çekeceğini söylerken halefi Biden; dini ve ırki kökeni farklı olmasına rağmen kendisinin de bir Siyonist olduğunu söylemişti. Buradan bakınca Siyonizm’in ontolojik varlığını da yeniden sorgulamak gerekir. Her ne kadar Herzl’in kafasındaki Siyonizm bir ırk ve itikat meselesi olarak temel bulmuşsa da geldiğimiz noktada Siyonizm’i küresel ve çok uluslu sermaye gruplarının çıkarları ve onunla kurduğu ilişkiler üzerinden yeniden okumak gerekiyor. Nerden güç aldıkları sorusunun cevabı ise çok açık; akılcılıktan, bilimden ve onlarla birlikte hareket eden tüm küresel işbirlikçilerinden
ANLAMAK VE ANLATMAYA DEVAM
TAKA: İngilizce öğretmenisiniz. Doktoranızı yaptınız. Önünüzde uzun yıllar var. Nerede ilerlemek istiyorsunuz? Akademi mi? Siyaset düşünüyor musunuz?
SABRİ KIZILTAN: Topluma ve insanlığa hizmetin çok çeşitli yolları var. Nerede olursa olsun vatanına en iyi hizmet eden insan işini en iyi yapandır. Siyaset de bu hizmet yollarından biri. Ancak daha önce dediğim gibi ben, varoluş gayesi gereği anlamak ve anlatmakla mükellef kılındığına inananlardanım. Bu yüzden arayışım, siyaseti de aşan bir anlayışla daha çok bilimsel ve akademik zeminde. Hayata geçirmek istediğim projeler, literatüre kazandırmak istediğim eserler var. Bu yüzden kariyer planlarımı da bu yönde olgunlaştırıyorum.
TAKA: Son sözleriniz nelerdir?
SABRİ KIZILTAN: Bu sıcak davetiniz için tüm TAKA ailesine çok teşekkür ederim. Umarım bu mübarek ay tüm İslam coğrafyasının zihninde, bilimselliğin, akılcılığın ve sağduyunun öncelendiği bir ümmet anlayışının doğmasına vesile olur.