Geçtiğimiz aylarda“Trabzon Bezine Ne Oldu?” başlığı altında bir zamanlar kendirden üretilen keten kumaşını sayfamızda konuk etmiş, ketan dokumacılığının Trabzon’da unutulan sanatlardan olduğunu yazmıştık. Bu hafta yine mazideki Trabzon’dan bugüne ulaşmayan bir dokumacılık öyküsünü paylaşmak istiyoruz.

Trabzon’un kadim gazetecilerinden Cemal Rıza Çınar (Osmanpaşaoğlu) 1940 senesinde dönemin valisi Osman Sabri Adal ile yaptığı inceleme gezisi ile konuyuyerel gazetedeki köşesine taşır;

“Vilayetimizin Vakfıkebir’e bağlı Şalpazarı ve Of’a bağlı Kadahor (Çaykara)  nahiyelerindeki köylü vatandaşlar adi el tezgâhlarında koyunyününden (şal) tabir ettikleri bir kumaş yapıyorlar. Bu elbiselikleri ve elbiseleri yerinde bizzat gördük. Çok dayanıklı olmakla beraber şiddetli soğuk yapan köylerimizde köylü vatandaşlar için en mükemmel bir giyim vasıtasıdır. İnsanı kip tutuyor yani köylüye tarlada, ormanda zevkle hareket ettiren ve uzun saatler çalışılan bir çeviklik veriyor. Bundan başka temas noktasından şehir ve kasaba hayatı için şekil itibariyle kendine mahsus bir zarafeti var.

Şimdi bu elbiselik kumaşları bütün köylerde yapmak mümkündür. Esas üzerinde durulacak nokta bu şallardan yapılan kumaşlara rağbet gösterilmesidir. Bu rağbet arttıkça tezgâhların da şekli değişir ve çok geniş ölçüde yeni milli bir sanayinin doğması ile hemen gelişmesi mümkün olur. Dokuyucu köylü sanat öğrenir, para kazanır; satıcı yününe her zaman normal bir fiyat bulur ve seneden seneye yün üretimi çoğalır. Dolayısı ile mal yetiştirmeye gayret ve hevesi artar.”

Tek tük kalmış yerel tezgahlardan biri

Anlaşılan Cemel Rıza Çınar üretilen bu kumaşı ve elbiseleri çok beğenmiştir. Sorar “Sahil ve sonra uzak mesafelerdeki köylerimiz bu tarzda imal edilen kumaşlardan niçin elbise giymesinler?” Zira ona göre bu bir alışma meselesidir. Şapkaya nasıl alıştık ve yapıştıksa bu da aynıdır. Üstelik bu kumaştan elde edilen elbiseler de diğerlerine göre ucuzdur.

Ancak örneği kullanılmış ceketler üzerinden verir. Zira o yıllar 2. Dünya harbi yılları yani yokluk yıllarıdır. Şöyle der: “Bugün misal olarak pazardan satın alınan müstamel (kullanılmış) bir ceket 8-10 liradır. Fakat şaldan yapılan bir ceket 150-200 kuruşa mal olur. Herhalde uygulamalı bir tatbikatla bu davaya girişilirse bu işin hesaplarındaki cazibe köylülerimizi alakalandıracak ve hemen harekete geçirecektir. Sakin fakat çok dolgun yürüyen Valimiz Osman Sabri Adal’ın bu husustaki tetkiklerinden sonraki bu ilk hamlesini takdirle karşılarız.”

Trabzon Valisi Osman Sabri Adal (1939-1940)

NİYE KAYBOLDU?

Şalpazarı ve Çaykara’da bundan 83 sene önce var olan, koyunyünündenevlerde el tezgâhlarındayapılan bu kumaşı kime sorduksa hatırlamadı. Hatırladığını da söyleyenlerin de aslında koyunyününden değil kenevir bitkisinden üretilen iplikten yapılan kalın kumaşları hatırladıkları anlaşıldı. Biz de kendisi de Şalpazarlı olan ve “Ağasar Çepni Kültürü Geyikli Folklor İnceleme Araştırma” kitabının yazarı Abdullah Gülay’ın kapısını çaldık ve sorduk; Ne oldu bu kumaşlara? Neden üretimin arkası gelmedi? Diye sorduk.

Araştırmacı-Yazar Abdullah Gülay anlatıyor

Aynı zamanda deneyimli bir eğitimci olan Abdullah Gülay, yerel iplik ve kumaşların unutulma sebeplerinden birincisinin yerel şal ürünlerinin ihtiyaç olmaktan çıkması olduğunu söyledi.

“Ulaşım, gurbet, şehirlerde alınan eğitimin gösterdiği istikamette elde edilen farklı hayat tarzı, ihtiyaçların şeklini değiştirdi. Böylece yerel el dokuması şal ürünlerinin yerini modern dokuma ürünleri aldı.Çeşitleri ve desen bolluğu nedeniyle yerel dokuma yerine modern ürünler tercih edilmeye başlandı.Dış etki ve kültüre kapalı otantik dönemlerde evlenecek bir genç kızda öncelikle aranılan özelliklerden birisi de dokuma işçiliği becerisi olup olmadığı idi. Ulaşım kolaylığı arttıkça dışa açılım, gurbetçiliğin başlamasıyla gelen yeni ürünler, eğitim yoluyla dış dünya ile bütünleşme, genç hanımlarda aranan meziyetlerin de alanını değiştirdi. Böylece boyasıyla, ipliği ve dokumasıyla orijinal olan yerel  mefruşat ürünleri tezgâh, alet ve edevâtı ile kaybolup gitti” dedi.

DABAĞHANE KÖPRÜSÜNDE HATIRALAR

Geçen haftalarda başladığımız 1940 senesinde Trabzon’un bir dönemin etkin kalemlerinden gazeteci Cevdet Alap’ın bir arkadaşına şehri gezdirirken aldığı notları paylaşmaya devam ediyoruz. Alap ve arkadaşı Uzunsokak’tan geçerek Ortahisar’daki Hükümet Konağının önüne gelirler. Trabzon’un ünlü gazetecisi burada “Umumi harpten önce” dediği 1.Dünya Savaşından önce bu bölgenin durumunu arkadaşına anlatmaya devam eder:

“Şu (Tabakhane) köprüsünün şimdi duvarları kalan baş tarafında kahvehane, avukat yazıhaneleri ve daha muhtelif iş odaları, dükkânları vardı. Av. İbrahim Kulaksızoğlu, Av. Hüseyin Avni Dereli, Namık Babanın babası (Hafız) Zühtü, Yeşilyurt gazeteleri bu dairelerde hazırlanırdı. Ve gene Radendaz, Şaptap, Kehkeşan, Haberanası, Haber Babası gazetelerinin idare haneleri buradaydı.”

Cumhuriyet devrinden önceki Trabzon’daki basının çeşitliliğine bakar mısınız? Cevdet Alap, Hükümet Konağının önündeki caddenin genişliğinin o zamanlar bugünkünün yarısından daha dar olduğunu söyler. Ardından “(1931 senesinde yıkılan Eski) Hükümet binasının cadde cephesinden uzunluğu bu köprübaşına dayanırdı. Şimdiki İkbal (Olcay) basımevinin köşesinden Çifte Hamam Sokağı başındaki fırına kadar olan cepheye bakan hükümet binasının altında dükkân, yazıhane, kahvehane, evrak mahzeni sıralanmıştı” der. Demek ki Cumhuriyetten önce Valilik binasının altında yol kenarında bir sıra daha bina vardı. Cadde genişletilmesi sırasında bunlar yıkıldı.

Bir de evrak mahzeni denilince aklımıza Trabzon’un kaybolan arşivi  geliyor. Zira bu kadim şehirde Trabzon Belediyesinden başka eski arşivi olan bir kurum yok. Onun da arşivi 1931 senesine kadar iniyor. Valiliğin bile eskiye dayanan bir arşivi yok. 1931 senesinde yıkılıp yerine 1933 senesinde yapılan ve halen ayakta olan Ortahisar’daki valilik binasının evrak mahzeninde kim bilir ne önemli bilgi ve belgeler vardı, bilmiyoruz. O yüzden kurum hafızalarının en büyük düşmanı taşınmalardır, diyoruz. Zira bir binadan ötekine taşınan kurumların arşivi bu nedenle yok olup gitmiştir. Tabi bir de 1916-1918 seneleri arasındaki Rus işgal günlerini unutmayalım. Bu konuya daha önce değindiğimiz için geçiyoruz.

ASIRLIK ÇINARLARA NE OLDU?

Alap, Hükümet Konağı önündeki dar caddenin iki sıra “asırdide” yani çok yaşlı çınar ağaçları ile gölgelendiğini yazar. Hatta bu ağaçlar yüzünden caddeye koyu bir kasvet çöktüğünü belirterek şöyle devam eder:

“Buranın enbüyük ve en işlek kahvehanesi Hamamizade Bay İhsan’a ait olup “Arap Haliz” namı ile maruf bir zatın kiralaması altında bulunan kahvehaneydi. Hükümet binasının bir bu caddeye açılan ve bir de camiye cephe olan kısmından açılan iki büyük kapısı vardı.Gerek cami etrafında ve gerek cami cephesinde hükümetin altından dükkânlar sıralanmıştı ki bu vaziyeti ile bu saha kalabalık, işlek bir çarşı manzarası arz ederdi.

Alap’ın dediği gibi bugün bu cadde 1. Dünya savaşından önceki durumuna göre daha geniş olmakla birlikte cadde kenarındaki yaşlı çınar ağaçları artık yok. Muhtemelen caddenin genişletilmesi esnasında kesilmiştir.

Ortahisar da Valiliğin önünde genişletilen cadde

Fatih Erol

Editör: Birol Sancak