Futbolculuğunuzda attığınız golleri hatırlıyoruz. Belki de daha kolayını atmak varken çoğu kez mükemmeli, estetiği katıyordunuz gollerinize. Teknik adamlıkta da mükemmeliyetçi misiniz?

Evet, hayatımda her şeyde bu mükemmeliyetçilik var açıkçası ama, futbolun gerçekçiliğine çok uygun değil tabii ki. Belirli yaşa kadar evet ama, hayatın içerisinde belli bir yaştan sonra bu çok da uygun değil. Gençken öyleydi, mükemmeliyetçi, en iyisi, en cesuru, en güçlüsü. Ama şu an, etrafı daha doğru anlamaya çalışan yaştayız. Dolayısıyla etrafımdakiler de böyle der, mükemmeliyetçi, ama artık öyle olmamaya çalışıyorum.

Futbolcu Fatih Tekke’nin teknik direktörü olsaydınız, ona neler söylerdiniz? O durumda, futbolcu Fatih Tekke’nin nasıl bir futbol kariyeri olurdu?

Herkesten özür dileyerek söylüyorum ama bence dünyanın en iyi oyuncularından biri olabilirdi. Tabii ki çok değerli insanlarla çalıştım. Ama şu an günümüz futbolunun oynandığı şekille bizim dönemde oynadığımız futbol arasında çok ciddi farklar var. Bizim dönemde daha çok, -gerçi Türkiye'de halâ birçok takımda öyle- oyuncu performansı işleri bir yerlere taşıyordu. Ama dünyanın elit liglerini, planlı bir takım oyunu ve oyuncunun en güçlü taraflarını öne çıkaran bir organizasyon gibi tanımlayabiliriz. Türkiye'de bu maalesef hâlâ yok.

Bizim dönemde yalnızca ben değil, çok çok yetenekli oyuncular vardı. Türkiye ölçeğinde evet ama dünya ölçeğinde çok aşağılarda sonuçlandı kariyerleri. Belki bizim de hatalarımız oldu. Ama sistem gelişmeyi önledi. Öfkeliydim ama gençtim. 17 yaşımdan beri hatırlıyorum. İnsanlara karşı saygısızlık yapmadım, isteyerek kimseyi kırdığımı hatırlamıyorum. Şehrin sosyolojik yapısı, o günkü değerler, o günün oyun anlayışı, o günkü teknik direktörler. Sadece ben değil dönemin birçok yetenekli ismi, olması gerektiğinin çok altında bir kariyerle futbolu bıraktı. Yani, futbolcu Fatih Tekke’yi iyi yönlendirerek dünyanın önemli oyuncuları arasına sokabilirdim.

Çok yetenekli bir futbolcuydunuz ancak buna rağmen gerek milli takımda fazla forma giyemediniz. Süper Kupa’yı, UEFA Kupası’nı kazandınız, finalin en değerli oyuncusu seçildiniz. Gol krallığı dahil bir sürü payeniz var ama karşılığında çoğunluğa göre gerekli değeri görmediniz. Türk futbolunun size haksızlık yaptığını düşünüyor musunuz?

Benim eksiklerim de oldu tabii ki ama bana çok haksızlık yaptılar. Buna Türk futbolu deyin, sistem deyin, birileri deyin! Belki biraz da hayata bakış açımla alakalı, ben mesela en ufak bir yalanı bile çok büyük bir haksızlık olarak görebiliyorum. Toplumun mevcut yapısına baktığınızda, şimdi bile bazen gittiğim yerlerde haksızlığa uğradığımı düşündüğüm anlar oluyor ama buna da alıştım açıkçası. Benim için bir sorun değil. Bu tarif ettiğim ortamın içerisinde, futbolculuk dönemimde de aynı şeyi yaşadım, şu an teknik adamlığımda da aynı. Çalışarak, çabalayarak, biraz tırmalayarak diyelim, oradan çıkma çabası içerisindeyim. Futbolculuğumla ilgili eleştirilecek anlar var tabii ama en azından teknik adamlık yönüyle şu ana kadar doğru yolda olduğumu düşünüyorum. Türk futbolu bana az değil, çok haksızlık yaptı. Ama bir alacağım var mı; yok! Beni tanıyanlar çok iyi bilir, ben herkese hakkımı helal etmişimdir. Hiç sorun değil.

AŞAMA AŞAMA İLERLEYECEĞİZ

Gönülden taraftarı olduğunuz bir kulüpte teknik adam oldunuz. Gelecekle ilgili en büyük hayaliniz nedir? Bu hedefe ulaşma yolunda hangi alanlarda neler değişmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Türkiye'de sloganlar inanılmaz derecede, olumlu ve olumsuz şekilde birilerinin üzerine yapışıp kalabiliyor. Şampiyonlar Ligi finali hedefim var dedim ama demek istediğim şeyin, fiziki bir tarafı kesinlikle var. Söylemek istediğim, aslında düşünsel ve oyunsal kimliklerden bahsediyordum. Ama fiziksel tarafı da muhakkak var. Onlar yapılırsa ancak bu olabilir. Burada beklenti, sanki çok yüksek tutulmuş gibi bir durum söz konusu. Açıkçası şu anki durum belli. Trabzonspor'da sorunlar tabii ki var ama işin zorluk derecesine baktığınızda, değiştirebileceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz şeylerin ayrılması benim için çok önemli. Değiştiremeyeceğimiz şeylerle zaman kaybedecek bir durumum yok. Dolayısıyla değiştirebileceğimiz neler var, adım adım kendi metotlarımızla olumsuzlukları olumluya çevirmeye çalışacağız. Bunu yaparken zaman zaman hata da yapabiliriz, eksik de yapabiliriz ama o konuda kendimize olan güvenimiz tam.

Önce bir normalleşmesi lazım Trabzonspor'un. Yani şu andan Şampiyonlar Ligi finali demek, bu gerçekçi değil tabii ki. Ama sırayla aşacağız. Mesela önce normalleştik. Seneye Trabzonspor'a uygun, Türkiye'nin şartlarına, cebimize uygun bir kulüp yapısı. Doğru dinamikler, doğru temel attınız, sonra bu seneden başlayıp herkesin hoşuna giden, deneyen bir oyun kimliği. Bu arada oyuncunun gücünü, kendisinin yeteneğini ön plana çıkartan, bu arada altyapıdaki oyuncularına destek veren, buradan oyuncu üretmeye çalışan bir yapı, bu bir iki yıl için belki. Avrupa'da yarışan, bu gücü gösteren, bu oyunu gösteren, dikkati üzerine çeken bir takım. Sonrasında bütçeler, biraz daha gücünüzü arttırınca daha iyi oyuncularla karşı karşıya gelince, o oyun kimliğiyle beraber, kulüp görecek, camiayı görecek neler yapabildiğimizi. İnsanlara hayal satmaya gerek yok. Ama gerçeklikler üzerinden hayalimiz var. Bu yapılabilir mi? Kesinlikle yapılabilir ama aşama aşama, doğru hamlelerle. Süreye ihtiyaç var yani.

Oyun kültüründen bahsettiniz. Bir örnek verelim: Fabio Capello, “Guardiola futbolu mahvetti, büyük zarar verdi! Pas, pas, pas, pas... Bu durum, birçok insanı futboldan soğuttu” diye bir eleştiride bulundu. Bu görüşü, kendi futbol felsefenizi de dikkate alarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Fatih Tekke’nin oyun anlayışını nasıl tanımlayabiliriz?

Bu eleştiriye asla katılmıyorum. Bugün dünyadaki bu organizasyon içerisindeki özellikle marka değer açısından, gelişim açısından baktığınız zaman hiç öyle söylendiği gibi bir durum yok. Futbola ilgi her geçen gün artıyor ve daha fazla ilgi çekiyor. Bu durum, Türkiye açısından konuşulabilir. Türkiye'deki futbol, çoğu kez futbol olmadığı için, genel hatlarıyla başka bir şey oynanmaya çalışıldığı için genel hatlarıyla olabilir ama oralarda öyle değil. Benim oynattığım oyunun tanımı, gerçekçi. Benim oyuna bakış açım; gerçekçi. Ama taraftarımızın belli bir isteği var. Bu anlaşılır bir şey. Çünkü kimliğimize ait, kendi davranış kodlarımız var bizim, çok değerli. Ama futbola bunu yansıtmaya çalışabiliyor muyuz? Burada beklenti, dikine oyna. Ama dikine oynamak sadece söylemle olmuyor. Hızınız olması gerekiyor. Şimdi mevcuda baktığımız zaman en büyük problemlerden bir tanesi de bu zaten. Sonra, dikine oyunda uzun metrajlı çok iyi pas atmanız gerekiyor. Kaldı ki fiziksel durum çok önemli. Yani mevcut durumda beklentilerdeki dikine oyunu değil, belki de tersini oynamalı. Yani bazı durumlarda hızlı oynamaya çalışmak hata olur. Yavaş ve pas oyunu daha mantıklı olabilir bu durumda. ‘Gerçekçi’ dediğim bu. Burada sadece oyuncu yeteneği değil, hep beraber bir organizasyonda bir hareket edebilme şekli oyunumun gerçekçiliğini yansıtıyor. Parçalar evet ama bütünden parçalara bakmak benim oyun felsefem diyebilirim.

Maçlarınızı izleyenler ne zaman, ‘İşte bu Fatih Tekke oyunu’ diyecekler?

İlgilenenler, kimle ne yapmak istediğimi zaten görürler, görmüş olmalılar. O söylediğiniz şeyin kalitesinin ortaya çıkması için elit oyunculara sahip olmak lazım. Temelinde oyuncu olmadan, yetenek olmadan bunu bir yere, bir organizasyona soksan çok fark etmez. Yetenek çok değerli bir şey, problemi çözen o. Ama bizim dediğimiz şu; bazı alanları, birlikte rakibin hareketine göre oluşturalım, sen o alan içerisinde istediğin, kafandaki bütün o tercihleri, zamanlamayı, ne yeteneğin varsa onu göster. Ama ‘yok hocam ben orada durmak istiyorum, ben içeri gireyim, ben burada durayım’, bu olmaz. Herkesin belli bir yeri ve görevi olmalı. Şu an için düşündüğüm o.

Mesela geçen sezon görev yaptığım Alanyaspor, topa en fazla sahip olan üçüncü takımdı, ilk iki sıradakilerle aramızda 20-30 pas vardı. Ki biz 11. hafta gitmiştik. Bu benim açımdan değerli, fakat sahada topa sahip olmanın etkinliği önemli. Yani sadece sizle alakalı değil, rakip sizi bekler, basmazsa o topu sağdan sola çevirmenin bir önemi yok. Oralar basit şeyler. Ama rakibin size yüksek şiddetli bastığındaki organizasyon önemli. Bana göre şu ana kadar gördüğüm en zor şey çizili set hücumları. Bunu yapabiliyorsan, yapmaya çalışabiliyorsan, o alanları oluşturabiliyorsan bence çok iyi hocasın. Dünyada bunu yapmayan yok, bırakın İspanya, İtalya, Almanya’yı, bırakın Premier ligi, Championship’ta yapmayan yok.

Şu konu çok önemli: Koşu mesafeleri her yerde aynı. Genelde aynı koşuyoruz ama önemli olan, yüksek hız ve yüksek şiddetli koşullar. Elit liglerde bir oyuncu, yüksek hız olarak 700-800 metreleri çok rahat buluyor, bazısı da mevkii itibariyle bunu aşıyor. Ama bizde bir kişi sadece 400’e ulaştı, sezon boyunca. Etkenler değişken olabilir. Fiziksel durum, takımın fiziksel yapısı, maçın temposu, topa çok sahip olmak, rakibin hızının topun hızını artırmaması gibi nedenlerle ligimizdeki değerler elit lig ölçeğine çıkamıyor, gerideyiz.

Yüksek şiddetli koşulara gelirsek, elit liglerde bir oyuncu bir maçta yaklaşık 1800 metre koşabiliyor, burada 1100 metrelerde. Haftada üç maç oynadığınızı düşündüğünüzde, bir maç fazla oynuyor sizden. Ve bunu her yıl yapıyor üstelik. Şimdi insanlar anlamaya da çalışmıyor ama birkaç yıl sonra anlamak zorunda kalacak. Bu konuya çok önem veriyorum.

Sistemlerine önem verdiğiniz, özellikle takip ettiğiniz, sizi etkileyen teknik direktörler var mı?

Genel anlamda teknik adamların neler yaptığını, antrenmanları dahi incelemeye çalışırım. Öncelikle Guardiola’yı dahi olarak görürüm. Her ne kadar şu an geldiği noktada biraz duraklamış gibi gözükse de o oradan bir çıkış yolu rahatlıkla bulacaktır. Farklı gördüğüm Gian Piero Gasperini var, çok enteresan bir adam. Genç olarak Julian Nagelsmann var, çok değişik. Girona’nın Teknik Direktörü Michel Sanchez, iki üç yıldır çok iyi. Almanya'da 4-5 takım var her maçını takip etmeye çalışıyoruz. Antrenmanlarında farklı şeyler varsa bakıyoruz ama genel olarak çok fark yok.

FUTBOLCU OLMAK ÇOK DAHA KOLAY

Futbolcuyken her şey, kendi yaptığınız ve yapamadıklarınızla sınırlıyken, teknik adamlıkta oyuncularınızın anlattıklarını uygulamasını beklemek ve uyarmaktan başka çareniz yok. Önceden antrenman sonrası dinlenirken, şimdi antrenman sonrası daha çok çalışmak zorundasınız. Futbolcu Fatih Tekke mi daha mutluydu, teknik direktör Fatih Tekke mi?

Futbolcuyken daha mutluydum, çok doğru. O zaman da sorumluluklarım vardı tabii ki, onu yerine getirmek için çok çalışırdım. Ama şimdi teknik adam olarak, mutlu olacak zaman bile bulamıyorum yorgunluktan. Evi unuttuk, tesisteyim devamlı. Burada yatıp kalkıyoruz. Fakat yürekten söylüyorum, bu yorulmayı seviyorum. Teknik adamla futbolculuk arasında çok ciddi farklar var. Futbolcu olmak çok daha kolay.

Hem futbolcu, hem de teknik adamlık yönünü de yaşamış biri olarak, oyuncularınızın davranışlarına nasıl bir sınır çiziyorsunuz? Emir, ikna etmek, şaka, disiplin, yasaklar… Sınırlar nedir sizin takımınızda?

Benim için sınır belli, insan olmak yeterli. İnsanlar hata yaparlar, insanlar hata yapmaya meyillidir ama hata yaptığında hatasını telafi etmek önemli. Çalıştığım tüm takımlardaki ilk toplantımda futbolcularıma söylerim: Bazı saygısızlıkları asla kabul etmem. Kalabalıkta yaptığın bir hatayı tenhada özrünü dileyemezsin. Bunu asla kabul etmem. Kalabalıkta hata yapmışsan kalabalıkta özür dileyeceksin. Aynısını ben yapmışsam benden beklemelisin.

İkincisi, bence bu da çok değerli: Ahlakı insanlar değerlendirirken, ilmin değerlendirdiği bir şekil var. İnsanların her an sergilediği, şu an benimle konuşurken içinizden geçen duygu, düşünceler her neyse onlar gibi. Ve şu an konuşurken el hareketlerimi, vücut dilimi kullandığım gibi, her an sergilediğimiz hareketler var. Bunlar her yaşa, coğrafyaya, her ana göre, aynı ortamda dahi değişebiliyormuş. Fakat değişemeyen bir şey varmış: Kendinden beklediğin davranışlar. Yani hayatın içerisinde, gün içerisinde bir şey yaşadın, yatağına gittin, kafanı koyduğunda ‘Fatih, bunu yapmamalıydım ama yapmışsın’ dediğinde, ‘yapmamalıyım’ dediğin şey işte, o sensin, o senin ahlakın. Bu değişmiyormuş. Herkes hata yapabilir. Ama bunu düzeltme şansı var. Dolayısıyla sınırım bu. Sınır, insan olmak, insan olmaya çalışabilmek. Bu çocuklar makine değil. Hepimiz insanız, hepimiz hata yaparız. Özür dilersin, sarılırsın. Eğer karşındaki de insansa, doğallığında iş çözülür yani. Benim iletişimim bu. Ve en önemlisi belki, her şey net ve açık olmalı.

Trabzonspor taraftarı, Süper Lig yarışından sonra gözünü Ziraat Türkiye Kupası'na çevirdi Trabzonspor taraftarı, Süper Lig yarışından sonra gözünü Ziraat Türkiye Kupası'na çevirdi

PİŞMANLIKLARIM VAR AMA GELECEĞE BAKIYORUM

Futbolculuk döneminizdeki en büyük pişmanlığınızı sorsak? Çok önemli kulüplerden genç yaşlarda transfer teklifleri almıştınız mesela. O süreçlerle ilgili neler söylersiniz?

Özel bir oyuncu olduğumu söyleyebilirim ama bunu kullanamadım. Ama buna belki ben direnç gösterdim, hepimizde hata vardı. Pişmanlıklar tabii ki var ama geçmişe bakmaya, yani değiştiremeyeceğimiz şeylere bakmaya zamanım olmuyor, daha doğrusu ilgilenmiyorum. Değiştirebileceğim şeyler ne, onlara bakmak lazım.

Sevinç ve üzüntünün sürekli tekrarlandığı bir yapıda görev yapıyorsunuz. İşler kötü gittiğinde kendinizi yarına nasıl hazırlıyorsunuz?

Benim için başarısızlık pes etmek demek. Benim hayatım tırmalamayla geçti, öyle de devam edecek. Hele öğrenilmiş çaresizlik benim için kabul edilecek şey değil. Benim oyuncularıma da söylediğim bu: İstediğim şey cesaret. Düştün, hemen kalk. Yenileceksin, kalk. Gol kaçıracaksın, hatalı gol yiyeceksin, kalk. Kalkarsan kazanacaksın, asıl kalkmazsan kaybedeceksin. Düşeceğiz, ama inadına, pes etmeyeceğiz, kalkıp kazanacağız. Kendi adıma da bu duygularla yarına hazırlanırım.

Türkiye’deki futbol adaleti, hakem kararları ve VAR kararları ile ilgili neler söylersiniz?

Çok da girmek istemiyorum ama hakemlerle ilgili şöyle durumlar var: Bir tanesi, iyi hakem, kötü yönetti. Bir tanesi, iyi insan, kötü yönetti. Diğeri kötü insan. Bu üç ayrım önemli. Türkiye’de ambiyansa göre bu üç şekil var. Yerlisi yabancısı, fark etmez. Bir de VAR olmadığını düşünün. Yaşadığım çok şeyler var, güvensizliğim o nedenle. Yenip yenilme meselesi değil, insani bir durum. Onu şöyle tarif ediyorlardı: Hakem, hakim, hekim, hepsi aynı kökten geliyor. Yani hakemlerin baktığında ne kadar değerli bir şeye sahip olduğunu bilmesi gerekiyor.

Futbolculuk döneminde yaşadığınız en büyük mutluluk?

Gol atmak, kupalar kazanmak, bunlar tabii ki önemli. Ama beni en çok mutlu eden, ilk kazandığım paralarla aileme yaşattığım duygulardı. Memur çocuğuyum, 8 kardeşiz, biri rahmetli oldu. Durumumuz belli, memur çocuğuyuz. Hep hayalim bisiklet almaktı mesela, başkalarının vardı, biz alamazdık. Bisiklet olur mu derken, 5 yıl sonra araba aldım. Genç yaşta, benim getirdiğim bir şeyle ailemin mutlu olması. En değerlisi bu. Bunlar tabii ki bana Trabzonspor’un kazandırdıkları.

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük 5 futbolcusu sıralamasına kimleri koyarsınız?

İlk sırada açık ara Messi. Sonra Maradona, Brezilyalı Nazario Ronaldo, Ronaldinho ve Zidane. Bunlar çok özel isimler, büyük yetenekler. Bir de saygı duyduğum Cristiano Ronaldo. Zararlı hiçbir şeyi hayatına sokmuyor, çok çalışıyor. Mesela şunu öğretti bize; Ronaldo’da şu var; istemeye istemeye her gün disiplinli bir şekilde çalışma yeteneği. Bu çok değerli. Bunu yaparak isimlerini verdiğim yeteneklerin önüne geçti birçok alanda. Kaynak: Trabzonspor dergisi

Kaynak: TRABZONSPOR