“Mevsimler de değişti” der dururuz. Sadece mevsimler mi? Aslında her şey değişti. Sonbahar kışa sarktı, ilkbahar yaza sarktı, yağmurların bile periyodu şaştı. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Eski tatlar, eski lezzetler kalmadı. Belki de eski insanlar kalmadı. Yani önce insan değişti. Sonra diğerleri ardından geldi. Kitap boşuna dememiş “İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.”

 Arafilboyu; Taksim Mezarlığı henüz Fatih Parkına dönüşmemiş, Boztepe, henüz boz bir tepe iken (1937’ler)

1936 senesinde Halit Muzaffer (Korlu) o yıllarda Trabzon havası ile ilgili şu tespitleri yapar; “Ocak ve şubatın karı, martın fırtınaları ve nisan yağmurlarından sonra kavuştuk ilkbahara. Kavuştuk amma Trabzon’un ilkbaharı her sene sevdirmez kendisini. Çok yerlerde bin bir güzellikle kendini gösteren ilkbahar Trabzon’da ekseriya yağmurlu, çisli, sisli gelir. Artık bir zaman içinde olsa kuvvetli bir rutubet, kötü bir havayla sarılı kalırsınız. Nevrozinler, gripinler, aspirinler, kininler [gibi ilaçlar] hatta genç yaşınızın fıkır fıkır kaynattığı kanınız bile öksürüp hapşırmanıza, romatizma olup bir tarafınızın kaskatı kesilmesine karşı koyamaz. Fakat biraz sonra büsbütün azameti, bütün vakarıyla yaz gelir.” 

Halit Muzaffer Korlu

Yine Yeniyol Gazetesine göre Trabzon’un yazı ise yamancadır. Deniz kıyısında olan bu kent, denizden küskün gibi durumda kurulduğundan ötürü, alçak mahalleler denizi görmekten uzaktır. Kent halkının büyük bir bölümü yazı kentte hava almayan, güneş görmeyen evlerde çile doldurur.  İşte 1930’lu yıllarda Trabzon havası böyledir. Merak ediyoruz daha eski yıllarda Trabzon’un havası nasıldı? Merakımızı 1888 tarihli Trabzon Vilayet Salnamesi gideriyor. Sadeleştirerek anlamaya çalışıyoruz;

“Genellikle kıyı kesiminde görülmesi tabii olan rutubet, vilayetin sahil boyunda olan kasabalarında da eksik değilse de hamd olsun öyle abartıldığı kadar sağlığa zararlı ve şikâyet edilecekderecede değildir. Sağlık kurallarına riayet eden bir adam, havası böyle az rutubetli olan yerlerde değil bilakis havası ağır olan yerlerdebile güzelce yaşayabilir.” 

Demek ki bundan 135 sene önce Trabzon havası Salname yazarına göre az rutubetli sayılmaktadır. Hâlbuki 1936 senesinde anlatılanlar farklı bir havaya tekabül ediyor. Elde sayısal veri olmadığına göre değerlendirmeler de sübjektif olmaktan öteye gidemiyor.

SAHİL YOLU

Ayasofya altı, sahil yolu yapılıyor

1936 tarihli Yeniyol Gazetesinde “Baştanbaşa Karadeniz Sahil Şosesi” başlıklı yazı dikkatimizi çekiyor. Haber şu şekildedir; “İsmet İnönü’nün büyük düşünceleri arasına giren baştanbaşa Karadeniz sahil şosesi için Umumi Müfettişlik pek esaslı teşebbüslere girmiştir.”   Demek ki bizim sahil yolu maceramız ta 1936 senesinde başlamıştır.

Trabzon’da sahil yolu denilince birincisi 1960’lı yıllarda yapılan 1. Sahil yolu ve 2000’li yıllarda yine deniz tarafına paralel olarak yapılan 2. Sahil yolu anlaşılır. Her iki yolun ortak özelliği  denizin doldurularak yapılmış olmasıdır. Trabzon Büyükşehir Belediyesi eski meclis arşivine bakıldığında 1. Sahil yolunun denizi doldurmak sureti ile yapılması konusunda alınan meclis kararı 1952 tarihlidir. 

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivine yansıyan bilgiye göre dönemin hükümeti 1936 tarihinde bir ucu İstanbul’da diğer ucu Batum’da olan bir sahil yolu planlamıştır. 1936 tarihinde Trabzon’da planlanan sahil yolu 120 km uzunluğundadır. Bu yolun 14 km’si “eyi şose” yani iyi durumdadır. 34 km’si “harap şose” yani kötü durumda, 42 km’si ise kısmen mevcut ve tesviye halindedir. Bu güzergâh üzerindeki büyük derelere tesadüf eden kısımlarda 23 adet büyük köprü yapılması gerekmektedir. O yıllarda Yoroz geçişi “müşkül iş” yani zor iş olarak görülmektedir. O da 3 km imiş.” 

Sahil Yolu (1960’lar)

Birinci sahil yolu 1966 senesinde tamamlanmak üzere olmalıdır ki Trabzon Belediye Meclisi bu yola isim vermek için toplanmış ve meclis tutanaklarına göre devlet tarafından yapılan ve yakın zamana kadar hizmete gireceği söylenen sahil yolunun “Kalealtı (Çömlekçi) tünelinin doğu kısmından Ayasofya Mahallesine çıkan kısma kadar Kanuni Süleyman Caddesi ismi verilerek adlandırılmıştır.   Ancak bugün bu ismi kimse hatırlamamakta, hiçbir yazılı kaynakta geçtiği görülmemektedir.

SAHİL YOLUNUN KAZANDIRDIKLARI

Trabzon’da deniz dolgusu yapılarak oluşturulan sahil yolu kendi içinde ekolojik handikaplara sahiptir. Zira kumsalların doldurulması ile elde edilmiştir. Dolgunun deniz ekosistemine verdiği zararlardan başka, zaten denize küskün vaziyette kurulan şehrin bir bakıma denizle irtibatı kesilmiş, bir kıyı kentinde olmasının avantajlarından yeterince istifade edilememesine neden olmuştur. 

Ancak şu da bir gerçektir ki; bu yol ve oluşturulan dolgular sayesinde sıkışık bir yapıya sahip olan Trabzon bu sayede geniş yeşil alanlara sahip olmuş, kişi başına düşen yeşil alan miktarı artmıştır.Hele Trabzon Büyükşehir Belediyesi eski başkanıDr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu döneminde yapılan sahil yürüyüş ve bisiklet yoluna Trabzonlu nerdeyse akın etmiştir. Şehirde sahilde yürüyüş yapmak Trabzonlu için artık bir gelenek olmuştur. 

GerçiGülcemal dolgusunun ilerlemesi ile denizden uzaklaşan ve hafriyat görüntüleri ile tadı kaçan yürüyüş yolu halâ revaçta olsa da, eski tadının olmadığı da bir gerçektir. Şimdi şehir heyecanla Büyükşehir Belediyesince hazırlanan Faroz-Ganita projesini beklemektedir. Projenin Trabzon’un marka değerine katkı sağlayacağı beklenmektedir.

Bir de bugün için “keşke” dediğimiz bir hususu belirtmeden geçmeyelim;  Keşke diyorum, Trabzon’da ikinci sahil yolu planlanırken denizle yol arasında daha geniş alanlar oluşturulabilseydi. Bunu küçücük Arsin ilçemiz başardı. Önceki dönem Arsin Belediye Başkanı Dr. Erdem Şen, binbir mücadeleyle sahil yolu ile deniz arasına çok büyük bir yeşil alan yapılmasına vesile oldu. Şehir içinde doğru dürüst bir açık ve yeşil alana sahip olmayan Arsinilçesi böylelikle muhteşem bir peyzaj alanına kavuştu. İnsanın yol gürültüsünden azade dalga sesini dinlemesi ne büyük mutluluk. 

Arsin Belediyesi eski başkanı Dr. Erdem Şen ve Arsin Sahil Parkı ilk yılları

1936 DENİZ FACİASI

O dönemde Trabzon’da bugünkü haliyle liman henüz inşa edilmemiş olduğundan vapur ve gemilerin açıkta beklediği, kıyıdan harekete geçen çok sayıda kayık veya teknenin, yolcu ve yükleri gemilerden alarak kıyıya veya kıyıdan gemilere taşıdığını defaten anlattık. 1936 tarihinde muhtemelen böyle bir işlem yapılırken bir facia meydana gelmiştir.

Başbakanlık Cumhuriyet arşivinde rastladığımız 1936 tarihli belgede 13.02.1936 tarihinde Trabzon Limanında meydana gelen fırtınada 8 kişinin öldüğü belirtilmektedir. Konu ile ilgili Üçüncü Umum Müfettişi Tahsin Uzer’in Başbakan İsmet İnönü’ye çektiği telgraf şöyle başlamaktadır;

“Başbakan İsmet İnönü’nün Yüksek Katına,

Dün akşam doğan, birdenbire çıkan ve iki saat içinde çılgın bir hale gelen fırtına esnasında devrilen büyük bir kayık içerisinde sekiz kişinin boğulduğunu derin bir teessürle (üzüntüyle) arz ederim” 

Denizle cebelleşen sandalcılar

Konu ile ilgili olarak Yeniyol Gazetesinin 15.02.1936 tarihli manşeti şöyledir; “Evvelki akşam limanımızda çok acıklı bir deniz faciası oldu, ihmal ve tedbirsizlik yüzünden dokuz yurttaşımız kayboldu, dokuz ocak kapandı” 
Yazının detaylarında olayla ilgili şu detaylar verilmiştir.

“Çarşamba günü gündüzden başlayan kıble rüzgârı ikindiden sonra yıldız karayele çevirmiş, barometre çok seri bir dönüşümle sıfıra doğru düşmeye başlamış ve akşama doğru, yakın yıllarda misli görülmemiş bir sukut (sessizlik) arz etmiş, bir fevkaladelik karşısında bulunduğumuzu açıktan açığa işaret etmiş bulunuyordu. Barometrenin bu müthiş sukutu (sessizliği) çoklarının gözünden kaçmamış herkes birbirine bu sukutun ehemmiyetinden bahsediyor, uzak olmayan fevkaladeliği (olağanüstülüğü)  adeta bekler gibi bir vaziyet almış bulunuyordu.

Zaten deniz karışmış Yoroz’dan beri fena alametler göstermeye başlamıştı. Limanda İzmir Vapuru İstanbul’a yük ve yolcu alıyor, İstanbul’dan gelen Aksu Vapuru limana inmiş bulunuyor. Ortalık karışmış, gecenin karanlığı denizi kaplamıştı. Birden deniz karıştı, ortalık alabora oldu, Aksu ya giden yolcu sahipleri az kaldı denize dökülüyorlardı. Kendilerini gemiye dar attılar.

Tehlikeyi nihayet görebilen Aksu süvarisi (kaptanı) yolcuların çıkmasını yasak etti. İşte bu sırada İzmir Vapurundan yolcular iniyor, çıkmaları men edilmiyor, posta çaparına (sandalına) atlayarak ayrılıyorlardı. Bunlar facianın kurbanlarıdır. İçlerinde bulunan elektrik mühendisi Arslan’a sadece çıkmayın deniliyor. Arslan “Fırtına var. Şehirde elektrik arızası olabilir” diyor ve çıkıyor.

Aksu ya giden çapar artık dalgaların seyrine kendini bırakıyor, dalgalar etrafı kapatıyor, karayı göremiyorlar, sahildeki kayalara çarpıp parçalanmak korkusu ile çapar sahibi demir atıyor. Müthiş dalgalar bindiriyor, çaparı deviriyor, içindeki onüç kişi denize dökülüyor. Facia böylece sona eriyor. Denize düşenlerden Boşnak Remzi kurtuluyor ve çok büyük fedakârlıklarla Halim ile Hasan’ı kurtardıktan sonra Değirmendere polis karakoluna koşuyor, felaketi haber veriyor. Bu suretle hadise duyuluyor.” 
Fatih Erol

Editör: TE Bilisim