fakat çarşı içleri, dükkanlar, yollar, yol kenarlarına yapılan taş duvarlar, kaldırımlara eşyasını yığan esnaf, cami cemaati, kahvehaneler, berber dükkânları, seyyar satıcılar, hamsiciler yoktur. Vargit, yine de bir Akçaabat romanıdır. Çünkü görünümleri sözler, sözleri insanlar önceler sadece.
Cumhuriyet devrinin ikinci çeyreği olmalıdır. Modern yaşam pratiklerinin henüz tecrübe edilmesine karşın geleneksel değerler ve ataerkil ciddiyet olanca ağırlığıyla Akçaabat şehir iklimine hakimdir. Bir yanda Trabzon, diğer yanda İstanbul’la kesintisiz etkileşim söz konusu olsa da köklü aileler, kendi değer sistemi içerisindeki yaşamlarından taviz vermezler. Genellikle tarihsel ve toplumsal kimlikle yaraştığı düşünülen kodlarla hareket ettiklerinden yaşanılanların pek çoğu aile içerisinde kalır ve aile içerisinden bir şahsın paylaşımda bulunmazsa unutuşa bırakırlar kendilerini. Bu tür kimlikler daima bireyi aşan bir niteliğe sahip olmuşlardır. İçerisinde aile, akraba büyükleri, yüzyıllara dayanan anlatılar vardır. Hasılı “Vargit,” böylesi bir aileye mensup, sevgi ile yetiştirilen “gerçek” bir kadın kahramanın hikayesidir.
Romanın yazarı Esma Âla Türkmen, sunu mahiyetinde kaleme aldığı öndeyişte, “bir vakitler her sabah ‘ayna sefası’ yapan Asiye’nin kitabı “Vargit” diyerek başladığı sözlerini, “yeniden yaşarcasına hayatındaki vargitleri bana anlattığı için ona sonsuz teşekkür ederim” diyerek sürdürür. Bu cümlede geçen “anlatmak” fiili ile romanın gerçeğe dayandığını, vargit bitkisinin de “hayattaki vargitler” biçimine dönüşerek anlatının dramatik bir içeriğe karşılık geldiğini öğreniriz. Bu da şu anlama gelir; her şey olağan bir süreçte varlığını idame ettirirken çeşitli olaylar olmuş, anlatı dramatik bir veçhe kazanmıştır. Bu veçheler nedeniyledir ki roman önce birlikte olmanın mutluluğuna, sonra ise ayrılığın hüznüne konu olur. Daha, daha sonrası, yalnızlık…
Vargit Derken
Çiçekleri sonbaharın habercisi sayılan vargit, bazı yörelerde “güz çiğdemi” olarak adlandırılır. İhtimal, yaylalarda açan son çiçektir. Bu nedenle yaz sonu, sonbahar başlangıcında çiçeğe duran vargit, Doğu Karadeniz Bölgesinde yaylalardan köylere dönmenin veya köylere varma zamanının (var-git) geldiği anlamını ifade eder. Romana ad olmasını mevsim dönümüne bağlamak mümkündür. İlkinde yaz mevsiminin sonbahar mevsimine, diğerinde ise mutlu güzel günlerin hüzne evrilmesi söz konusudur. Her iki durumda da olumludan olumsuza dönüş veya değişim olmaktadır.
Vargit, romanda üç yerde geçer. İlki, yayladan dönme vaktinin yaylacılar üzerindeki hüzün duygusunu ifade eder. Diğeri, bir düşte görülen anının konusu olur. “Ne zaman ki doktorla konuştum; bana, ‘hayat bu, bir gün bitecek, gidivereceğiz bu dünyadan,’ dedi; o akşam gördüm düşümde, Enver’le el ele dolaşırken yaylada, ayaklarımın dibindeki vargit çiçeklerini…” Üçüncüsü ise vargit çiçeği, birbirine sevdalı kahramanların ölümleri üzerine anlatıcının idealize ettiği mekânın dekorunda yer alır… “Beyaz vargit çiçekleri arasında sonsuz mutluluğa kucak açmışlardı.” cümlesidir bu. Böylece uçsuz bucaksız yaylalarda saflığın, temizliğin sembolü olan beyaz vargitler arasında, ölüm ülkesinin sonsuzluğunda iki aşığın kavuşmaları ile vargit son kez dillendirilmiş olur. Böylece roman anlatıya konu olan aşkın, ayrılığın ve sonsuzluk yurdunda kavuşmanın destanına dönüşür.
Konak Kültürü
Romanda, Akçaabatlı köklü bir aileye mensup güzel bir kızın, ilçeye Tahrirat Kâtibi (Şimdiki Adıyla Yazı İşleri Müdürü) olarak atanan genç bir memur ile karşılaşması, nişanlanmaları, evlenme ve ayrılmalarının hikayesi anlatılır. Roman konusu itibarı ile sıradandır fakat kültürel repertuar bakımından zengin bir içeriğe sahiptir. Bu açıdan Akçaabat şehir kültürü, seçkin aileler, yaşayan gelenekler, şive, yemek çeşitleri, giyim-kuşam, görgü kuralları, insanlar arası ilişkilerde güven gibi unsurlarla dikkat çekici hale gelir.
Hikâyenin zamanı, sözün etkisini sürdürdüğü zamanlar olarak tescillenebilir. Çünkü verilen sözler, sadakat, güven eksenindeki kırılma bütün hayat denkleminin bozulmasıyla neticelendiğinden önemlidir. Bu haliyle romanın geleneksel değerlere dönük bir yönünün olduğu söylenmelidir. Kişiler, karakter yapıları, insanlar arası ilişkiler genellikle geleneksel kodlarla şekillenmiştir. Buna Osmanlı müziğini, ut, keman fasıllarını da eklemek mümkündür.
Romandaki takvim zamanı net olmasa da Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin üçüncü çeyreği ile ilgili emareler vardır. En başta da Trabzon sinemalarında gösterimde olan “Mihrace’nin İzinde” filmi. Aynı dönemde plaklarda Dede Efendi’nin eserleri dinlense de romanın İstanbul’da geçen bölümlerinde Akçaabatlı genç bir kadın olan Asiye’nin yabancılık çektiği söylenemez. Zaten ailesi tarafından özgür yetiştirilmiş, at biniciliğinde iddialı genç bir kadındır. Eğitiminin ilkokulla sınırlı kalması, Tahrirat Kâtibi (sonradan Tonya Nahiye Müdürü) kocasının annesi ve kız kardeşi tarafından tahsil yapmamış bir kişi olarak değerlendirilip, küçümsenmesine ve planladıkları sıradan bir oyunla da ayrılmalarına neden olmuşlardır.
Edebiyata Aktarmak
Romanda, yöresel şive, ev ve giyim tasvirleri, yiyecek, horon, türkü, adetler, hatta yabancı uyruklu vatandaşlar dikkat çekici ifadelerle yer alırlar. Öncelikli olarak şive konusuna bakalım. Konaklarda yaşayanların İstanbul Türkçesine karşın sıradan insanlar, mahalle ve köylerde yaşayanlar yöresel şive ile konuşturulurlar. Bu durum gerçekte de böyle midir, araştırılması gereken bir husustur. Diğer yandan bu hususta vurgulanması gereken bir başka husus şivenin yazı diline aktarılırken iğreti durmaması, yöreye has vurgularla anlatıya renk katmasıdır. “Birgac gişi görüşmek isdiy” veya “Heyheyleri üsdünde bugün” gibi ifadeler romanı yerlinin yerlisi yapmaktadır.
Ev ve giyim kuşam tasvirlerine gelince, bir kadın yazarın özen ve dikkatinin nişanesi olan ifadelere roman boyunca sık sık tanık olunur. “İğne oyalı, gül bezeli ipek başörtü”sü gibi ifadelerdir bunlar. Bunlara “Akçaabat; büyük, koyu, yemyeşil tepelerine kondurulan kiremitli damlı evleriyle; evlerinin önündeki nar, limon, portakal, erik, karayemiş, zeytin ağaçlarının dallarını sallayıp, onlara ‘hoş geldiniz’ diyordu sanki.” Bu tanımlamada olduğu gibi romanda -bir bakıma- yörenin edebiyat diline aktarılmasından söz edilebilir. Horon için söylenilen şu ifadeleri de bu amaç yönünde değerlendirmek mümkündür. “Horon kuruldu mu, ağaçlar sallanır, balıkçılar kürek çeker, tarla bellenir. Sonra sallama gelir; dereler akar, dalgalar birbiriyle yarışır, ardı arkasına sahile ulaşmak ister. Sıksarayla hızlanır sonra…”
Esma Ala Türkmen’in Vargit adlı romanı, bir biyografi yazımıyla yola girilip romana dönüştürülen, bir ilk roman olarak da hayli düzeyli, değerli bir eserdir. Yerel kitaplar içinde üst üste baskı yapması bu düzeyin görüldüğünün göstergesi olsa gerektir.