Dünyanın her yerinde gençlik çok değerli bir hazine kabul edilir. Tabi gençliği bir hazine kabul etmek yetmez, bu hazinenin değerlendirilmesi ve üzerinde çalışılması gerekir. Gençlik hazinesinin üzerinde çalışılması, gençliğin önce “kendi” olmasın yardım eder.  Bu yardım da ancak eğitimle gerçekleştirilebilir. Ama biz eğitimi “eğitim şart” diyerek değersizleştirmeyi de başardık.

Dünyanın her yerinde “gençlik” vardır. Ama dünyanın her yerindeki gençliği aynı kefeye koyup bu kuşağı anlamak ve anlatmak hiçbir bilimsel disipline uygun düşmez. Çünkü İngiliz’in genciyle Türk’ün genci aynı olamaz; şayet aynı olursa vay halimize! Dünyada bütün eğitim sistemleri kendi milli insanlarını yetiştirmek üzere kurgulanmıştır; Mesela, Fransız eğitim sisteminin genel amacı önce “iyi Fransız” yetiştirmektir, “iyi Fransız” Fransa toplumu için iyi bir şeydir ama bizim için “iyi Türk” anlamına gelmez! Eğitim sistemleri bütün bir toplumun eğitimini yani insan yetiştirme düzenlerini oluşturur. Türk eğitim sistemi de bizim insan yetiştirme sistemimizdir. Eğer insan yetiştirmede iyi bir eğitim sürecini hayata geçiremiyorsak iyi insan yetiştiremiyoruz demektir. İyi insan yetiştirememenin sonuçlarını sadece “gençlerin eğitimine” indirgersek yanlış yaparız. Ama biz bu yanlışı hep yapıyoruz. Yetişmekte olan gençleri toptancı mantığı ile damgalamak alışkanlığımız var. Gençleri toptancı mantığı ile “Z kuşağı” kavramına sıkıştırmaya çalışıyoruz. Nereden çıktı bu kavram? Bu kavrama bütün dünya gençliklerini nasıl sığdırabiliyoruz? Z kuşağı milli bir kimlik kaygısı taşımaz. Oysa yetişmekte olan her birey, öncelikle milli kimliği sağlam birey olmak zorundadır. Z kuşağı kavramı ile bir bakıma gençliğin milli kimliğini yok sayıyoruz. Oysa eğitim sistemi önce milli bir kimlik, sonra evrensel değerler ve iyi bir meslek elemanı yetiştirmek amacıyla kurgulanmıştır. Milli kimlikli bir genç her şeyden önce, kendini tanır ve kendi olmanın verdiği sorumlulukları yerine getirir. Kendi olamayan ve kendini tanıyamayan birey z kuşağının tanımlamasına daha uygun birey olabilir. Kendini tanımayan insandan da bir şey olmaz, maalesef.

Yetişkinlerle gençler arasında her zaman bir çatışma olagelmiştir. Sanki gençlerle yaşlılar ilk defa çatışıyormuş gibi algılamak sorunu yanlış bir mecraya sürmek olacaktır. İlk çağda yaşamış Sokrates de gençlerle çatışıyor ve gençlerin yoldan çıkmış(!) olduğunu ileri sürüyordu. Bizim kuşak da zamanın yetişkinleri ile çatışıyordu. Ama bizim kuşağın mesela “w kuşağı” gibi bir adı yoktu; sahi bizim kuşağın adı ne idi? “Z kuşağı” nerden çıktı? Amerika’ dan. Bir ABD gazetesinin verdiği bu isim, yine ABD’ nin büyük gazeteleri marifetiyle bütün dünyaya yayıldı. Bu yayılma herhalde ilk önce bize uğradı ve bizde kabul gördü. Çünkü bizim böyle bir özelliğimiz var: Fransa’da çıkan bir moda ertesi gün bizde etkisini gösterir; bu kavram da öyle oldu.

45 yıldır gençlerle iletişim kurmaya çalışan akademisyen/hoca olarak söyleyebilirim ki, kuşaklar arası çatışma her dönem aynı biçimde vardı, bugün de var. Belki her gelen yeni kuşak bazı özellikleri bakımından bir önceki kuşaktan farklı olabilir. Ama “öğrenci” olarak genç kuşakta öyle abartılacak bir farklılık yoktur. 1988 yılında eğitim verdiğim gençlikle 2022 yılında eğitim verdiğim gençlik arasında abartılacak bir fark yoktur. O zaman da öğrenci kitap okumayı ders geçmeye endeksli kullanıyordu şimdiki öğrenci de!.. Belki en önemli fark 1988 yılında gençliğin elinde cep telefonu yoktu, hayatı gerçek olarak yaşamaya çalışıyordu, şimdiki gençliğin hayatı sanal, hepsi bu…

Başkalarının icat ettiği kavramlarla konuşmak bizi kendimize değerlerimize yabancılaştırır. Her alanda olduğu gibi, kavramları kullanmada da taklit hastalığına yakalanmış olmamız, en önemli toplumsal sorunumuz olarak değerlendirilmelidir. Başkalarının kavramları ile kendimizi anlamaya çalışmanın bir işe yaramayacağını unutmayalım.