Trabzon-Erzurum kara yolunun önemli bir mola yeri, yeşilin ve yöresel mimarinin sütlaçla taçlandığı bölge…

Hamsiköy denilince bugün aklımıza ilk gelen Hamsiköy sütlacıdır. Ancak eski tarihlerde Hamsiköy demek Trabzon-Erzurum kara yolunun önemli bir mola yeri demekti.

Zira bugünkü yollar ve tüneller yapılmadan önce transit yolu buradan geçiyordu. Gümüşhane’ye gitmek isteyenler Taksim meydanından Boztepe’ye oradan Hoşoğlan mevkii ve Martaracı’dan Maçka’ya, oradan Hamsiköy’e mutlaka uğrardılar. 
O yıllar da (1946 senesinde) Hamsiköybakın nasıl tarif edilir.


GEÇMİŞTE HAMSİKÖY

“Trabzon’dan Erzurum’a kadar hatta İran sınırına kadar havasıyla suyuyla dağları, ormanları, genel manzarası ve bütün tabi güzellikleriyle bir ihtişam abidesi. Allah’ın her türlü lütfunu bol bol bahşettiği bu yurt köşeciğinde Karadenizlinin sihirli ve gayretli eli, sahilden sınıra kadar uzayan yol üzerinde herhalde en mükemmel konforu ile otel ve lokanta gibi iki önemli ihtiyacı karşılamıştır.

Birçok vilayetimizde bulamayacağınız lezzet ve nefasetle yemekleri burada şahane bir dekor içinde yemek ve tam bir istirahate kavuşmak zevkine eren yolculara gıpta etmemek ne mümkün.

İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Karadeniz halkının göz bebeği hamsinin denizden altmış kilometre içeriye isminin verilmesi herhalde hamsinin zaferine nişane olduğu kadar, bu ismi alan bu küçük köyün isim babasına nankörlük etmediği ve bu isme layık olduğunu ispat ettiği aşikârdır.” 

Hamsiköy’ün ismi hamsiden mi geliyor? Burası deniz kıyısı değil, balıkçılıkla uğraşan insanlar yok, o halde neden bir balık ismi köye verilsin? İşin aslı öyle değil, Hamse Arapçada “beş” demekmiş. Yani köyün orijinal ismi “Hamseköy”dür. Bu bölgede beş köye verilen bir isim olduğu söyleniyor. Hamseköy, zamanla olmuş Hamsiköy.

Burası kara yolu taşımacılığında önemli bir mola yeri olunca konaklama ve yemek yerleri olmaması elbette mümkün değil. Gazeteci Ahmet Şerif 1911 senesinde bölgeye yaptığı ziyarette Hamsiköy konaklama yerlerini şöyle anlatır:


“…Hamsiköylülerin çektiği nefis sofradan herkes mümkün olduğu kadar pay almaya gayret ediyordu. İçi dolmuş kuzudan, pek nefis yoğurt ve ayrandan başka hepimiz, midemize birer adet piliç yerleştirecek bir şey bulabilmiştik. Yemekten sonra odalar, yolculara davet edici şiir okuyorlardı. Bu davete uymamak burada akıllıca bir iş değildi. Yattık, midelerimiz kadar vücutlarımız da memnun ve rahattı…” 

BUGÜNKÜ HAMSİKÖY 

Bundan neredeyse bir asır önce Hamsiköy’ü anlatanlar böyle anlatmış. Bizde neredeyse 20 yıldır uğramadığımız Hamsiköy’e yeniden çıkıyoruz. Ekim ayının ortalarında olmamıza rağmen çok latif bir hava ile karşılaşıyoruz. Caddede dolaşıp fotoğraf çekerken ahşap bir masada tek başına oturan Yüksel Aydemir (63) bizi masasına davet edince eski Hamsiköy ile ilgili koyu bir sohbete başlıyoruz.

Olgun Pervanoğlu ile birlikte 8 odalı Pervanoğlu Taş Oteli işlettiklerini öğreniyoruz. İşler nasıl sorumuza, verimli bir sezon geçirdiklerini söyleyerek cevap veriyorlar. Arap turizmi Hamsiköy’de de yaygın hale gelmiş. Suudi, Katar, Umman ve Yemen’den çok sayıda misafir Hamsiköy’ü keşfetmiş durumda. Gelen turistlerin Hamsiköy’ün doğasını ve havasını çok sevdiklerini öğreniyoruz.

TRANSİT YOLUN MOLA YERİ

Nefis Hamsiköy sütlacını kaşıklarken,tavşankanı çay eşliliğinde YükselAydemir’e bize eski Hamsiköy’ü anlatmasını istiyoruz. Zira yazımızın başında belirtildiği üzere Trabzon‘dan Erzurum’a giden ve İran’a kadar uzanan transit yolunun mola yeri burasıydı. Erzurum’dan sabah 7.00’de hareket eden otobüs, öğleyin saat 13.00’de Hamsiköy’de mola verirmiş. Sonra saat 16.00’da ancak Trabzon’a varabilirmiş. Yani Trabzon-Erzurum arası virajlı ve iniş çıkışlı yollarda neredeyse on saate varan bir yolculuğa katlanmak gerekirmiş. 1987 yılına kadar böyle olan durum Zigana tüneli ve yeni yol güzergâhıile değişmiş. 

Yüksel Aydemir, eskiden buranın ekmeği de meşhurdu diyor. Köyde sekiz taş fırından hiçbiri şimdi kalmadı diyor. Tereyağı çok meşhurdu her evde en azından on hayvan bakılırdı. Ancak o da azaldı diyor.

Aydemir, Erzurum yolunun başka bir güzergâha kaydırılması ile Hamsiköy’ünuzun yıllar süren bir durgunluk dönemi geçirdiğini söylüyor. Nitekim yol güzergâhınındeğişmesinden beş yıl sonra Hamsiköy’e giden gazeteci Ömer Güner şu tespiti yapar:

“Yıllar yılı Trabzon-Erzurum karayolunda sefer yapan yolcu otobüslerin uğrak yeri olan, lokantaları, taş fırın ekmekleri, sütü, yoğurdu, yağı ve sütlacıyla ün yapmış Hamsiköy, Amerikan filmlerindeki terk edilmiş kasaba görünümüne bürünmüş.“ 

Yüksel Aydemir’e hatıratlarda yer alan kuzu dolmasını soruyoruz. Kuzu dolmasını yanlış anladığımızı belirtiyor. Bütün bir kuzunun içinin doldurulması değil, kuzu etlerinin ince plakalar halinde kesilip sarma şeklinde doldurulduğunu söylüyor. Ancak artık yapılmadığını da belirtiyor.

HAMSİKÖY SÜTLACI DEĞİŞTİ Mİ?

Yüksel Aydemir’e Hamsiköy sütlacını soruyoruz. Nasıl ünlendi, ne zamandan beri yapılıyor diye sorduğumuzda, hayvanımız ve sütümüz bol olunca her evde bir şekilde sütlaç-muhallebi pişerdi diyor. Sütlacın yapıldığı süte nefaset veren yörenin zengin bitki örtüsü ile çiçeklerin bir de kırtıl denilen otun önemli olduğunu söylüyor.

BARIŞ MANÇO İLE TÜRKİYE’DE DUYULDU

Ancak Hamsiköy sütlacının ünlenmesini rahmetli Barış Manço’ya borçlu olduklarını belirtiyor. Barış Manço1970’lerde Erzurum’a konsere giderken burada mola vermiş, yemeğin üzerine yediği sütlacı çok beğenmiş.Manço, 20 sene sonra TRT’de Dereden Tepeden adlı seyahat programı yapmaya başlayınca tadı damağında kalan Hamsiköy sütlacının memleketinde bir program yapmış. Aydemir,“İşte” diyor, “Bu tarihten sonra Hamsiköysütlacımız Türkiye’nin her tarafında duyuldu.”

Hâlâ internette yer alan bu programın kısa bir parçasını biz de izledik. Ancak 1988 yılında Hamsiköy’de çekimi yapılan programda o zamanlar Hamsiköy sütlacının bugün olduğu gibi toprak kâselerde değil krom çanaklarda servis edildiğini gördük. Sütlacın üzerinin yanması için fırınlanmadığı da belli oluyordu. Demek ki eskiden büyük tencere ve kazanlarda pişirilen sütlaç bugün olduğu gibi piştikten sonra toprak kaplara konulmuyor ve fırınlanmıyordu.

Yüksel Aydemir’e bunu da sorduk.Hamsiköy sütlacı çok eskiden bakır kâselerde, sonra krom kâselerde, ardından porselen kâselerde ve 2010’lardan sonra da küçük güveç kaplarında sunulmaya başlanmış. Fırınlanma işi de o zamanlar başlamış. Biz Barış Manço’nun ilk sütlacı yediği yıllarda bu sütlacın tadına bakmadık. Geçen zaman içerisinde kabı değişince tadı değişmiş mi bilemedik. Ancak şu kadarını söyleyelim ki yerken hala keyif alıyoruz.

YÖRESEL MİMARİ NEDEN KAYBOLDU?

Hamsiköy eski bir Rum köyü. Ancak köyün ana caddesinde dolaşırken yöresel mimariye ait çok az örnek görünce bunu da sorduk. Hamsiköy’ün eski resimlerinde gördüğümüz binalarına ne oldu dedik. Aydemir “Burası kozmopolit bir yerdir” dedi. Rumların boşalttıkları köye Trabzon’un birçok ilçesinden göç almış; Çaykara, Of, Tonya, Akçaabat, Düzköy, Beşikdüzü, hatta Şalpazarı… Rahmetli Sait Uçar’ın evini bize gösteriyor. Şalpazarı’ndan göçen Uçar ailesi buraya yerleşmiş.
Dolayısı ile ortak bir yerleşim kültürü oluşturulamamış. Bu evlere yerleşenler bu eski mimariye sahip çıkmamışlar. Özellikle yurtdışına çıkan gurbetçiler cepleri para ile döndüklerinde ilk iş bu evleri yıkıp yerine yüksek katlı binalar yapmak olmuş. Köyde kalan birkaç eski binadan biri de köyün camisi. Kiliseden camiye dönüştürülen binada görebildiğimiz kadarıyla sadece dış duvarları orijinal kalmış.

İNSANI ÖNCEKİ YÜZYILA GÖTÜRECEK MİMARİ YAPILAR

Hamsiköy’de dolaşırken bir şeyin eksikliğini sürekli duyuyorsunuz. Coğrafya mükemmel, hava nefis, sütlaç on numara… Sadece sütlaç yemek için bile gitmeye değer. Ancak bir şey eksik. Gözleriniz bu coğrafyada doğa ile uyumlu, insanı önceki yüzyıla götürecek mimari yapılar arıyor. Ama nafile! Herkes kendi düşüncesine göre bir şeyler yapmış ve yapmaya da devam ediyor. Ancak onlara bakmak istemiyorsunuz. Gözünüz yıllara ve apartman kültürüne direnen terk edilmiş bir konağa takılıyor. Sanki bu konağın kardeşleri dursaydı ya da onlara benzeyen bir mimari devam edebilseydi insanlar buraya akabilirdi.

Hep üzerinde durduğumuz bir konu, yöresel mimari konusu. Bir şehri, bir ilçeyi hatta bir köyü diğerlerinden farklı kılan yönlerini kaybettik. Her il, her ilçe, her köy artık birbirinin kötü kopyası. Geçmişle ve doğa ile barışık bir mimari öykü kuramadık.  Bunu başaramadık!