Türkiye’nin 13.Cumhurbaşkanlığı tartışmaları devam ederken, ben size 2000 ‘li yıllara  yolculuk yaptırmak istedim..

Prof.Dr. Mehmet Haberal hocanın ne reklama, ne de iltifatlara ihtiyacı vardır. Yazıyorum. Çünkü ona yapılan haksızlıklar unutulmasın.”  Balık hafızalılar”  hatırlasınlar  ve özür dilesinler  istiyorum..

Tarihten bir yaprak… O dönemin de başbakan danışmanı olarak; hem Mesut Yılmaz’a hem deBülent Ecevit’te yakın isimlerden birisiydim. Ve bütün bu gelişmelere yakından tanıktım.

DSP-ANAP ve MHP’den oluşan koalisyon dönemi. Cumhurbaşkanı Demirel’in görev süresi sona erdi. Yeni bir cumhurbaşkanı arayışı başladı. ANAP Lideri Mesut Yılmaz’ın gönlünde Cumhurbaşkanlığı yatıyor.

 Bütün temas ve uğraşlarına rağmen,ortaklarını ikna edemedi. Keşke Mesut Bey, cumhurbaşkanı olabilseydi.. Meclis içinden İsmail Cem ve Yılmaz Karakoyunlu gibi farklı isimler gündeme geldi..

Aslında Yılmaz Karakoyunlu üzerinde üç lider anlaşmış. Yılmaz Bey’in danışmanları olarak, Karakoyunlu’yu güvenli bir yere götürüp korumaya bile almıştık. Kimsenin aklına bile gelmeyecek, Gölbaşı’ndaki evime götürmüştük. Liderlerin, adaylığını açıklayıncaya kadar güvende olması gerekiyordu.

Bütün planları; dönemin Ticaret ve Sanayi bakanı Kenan Tanrıkulu bozdu. Üç lider, Yılmaz Karakoyunlu’nun adaylığını açıklamaya ramak kalmıştı ki. Kenan Tanrıkulu, Devlet Bahçeli’ye” Efendim,  uygun görürseniz bu kararı parti meclisinde bir daha görüşelim” dedi. Karakoyunlu’nun şansı orada bitti.,

Gelelim Haberal hocaya… Meclis dışında ise,Prof.Dr. Mehmet Haberal hocanın adı dolaşmaya başlar. Çünkü bütün liderler Haberal hocanın adaylığına sıcak bakar.Temaslar..Kulisler devam eder..

 Bunun üzerine Haberal hoca, dönemin başbakan yardımcısı HüsamettinÖzkan’ı ziyaret eder ve bu görevi kabul etmeyeceğini söyler. Devletin  kara kutusu, kurt politikacı Özkan, ”Sizi başbakan bekliyor” diyerek, Haberal hocayı Ecevit’e götürür..

Başbakan Ecevit, Haberal hocanın sözünü keser ve ”Siz teklif etmediniz biz sizi aday göstermek istiyoruz. Liderlerin ortak mutabakatı olarak..” der.

Haberal hoca Başbakan Ecevit’te, demokratik toplumlarda Cumhurbaşkanının meclis içinde seçilmesi gerektiğini ısrar eder.

Kısacası Haberal hoca” Ben bilim adamıyım. Bilimle, insan sağlığı ile uğraşmak istiyorum” der. Haberal hoca hayır deyince ,Ahmet Necdet Sezer’in önü açılır..

Başkent Üniversitesi’nin kurucusu, ilk rektörü, Yönetim Üst Kurulu Başkanı. Prof.Dr. Haberal hoca bu…

Prof. Dr. Mehmet Haberalhoca için dünya “Müthiş, Türk bilim insanı” demeye devam ediyor. Haberal hoca, Türkiye’nin onuru, dünyanın gururu. Güven veren dostlukları, onurlu dik duruşları, Türkiye’ye olan sevdaları, bağlılıkları ve bilime olan hizmetleri alkışlanacak düzeydedir. Dünya Organ Nakli Derneği’nin seçilmiş ilk Müslüman başkanı. Başarıları sayfalara, ödülleri vitrinlere sığmıyor.

Haberal hoca işinin delisi. Rahmetli İhsan Doğramacı Hoca Hacettepe’yi ve Bilkent’i kurdu. Mehmet Hoca, 50 bin nüfusa dayalı Başkent’i. Tıpkı dostu rahmetli Prof. Dr. İhsan Doğramacı gibi. Başkent Üniversitesi ve Başkent Hastanesi Prof. Haberal'ın ölümsüz eserleri. İnsan, bu eserleri gördükçe gururlanıyor.”Beş dönem” yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak İletişim Fakültesi’nde ders vermenin onurunu yaşadım. Güzellikleri gördüm. İnsan durduk yerde marka olmuyor. Sabah 07.30 - Gece 00.00 hastanede, görevde…

Beş yıl hayatından çalınmamış gibi, işinde gücünde. Yine sevecen. Yine heyecanlı… Müthiş projeleriyle dünyanın şapka çıkardığı büyük bilim insanı, Türkiye sevdalısı. İşkenceler ettik. Ailesine acı çektirdik. Babası Yaşar Ali’nin cenazesine göndermedik. Evlat olarak son görevini yaptırmadık. Biricik annesi Medine ile helalleşmesine izin vermedik.

Anneye evlat hocaya anne hasretini çektirdik. Annesinin cenazesine bile, bir terörist gibi kelepçeli, binbaşı refakatinde izin verdik, lütfettik. Biz insan mıyız yahu? Yazarken bile asabım bozuldu, tansiyonum yükseldi.

Haberal Hoca’nın vücudunu 5 yıl hapishaneye hapsettiler. Fakat ideallerini bir gün bile tutsak edemediler. Silivri’de kilitliyken bile vizyonu ve başarıları dünyayı dolaşıyordu. Uğradığı haksızlığın yüzde birine maruz kalan biri “Lanet olsun böyle memlekete. Verdiğim emekler haram olsun” der. Hiç olmasa dert yanar, yılgınlığa düşer. Ne var ne yok satar, gider yurt dışına, el üstünde tutulur.

Tam tersine “Memleketime küsecek değilim. İyi ki Türkiye var. Her şeyimi bu ülkeye borçluyum” diyor. Asalete bakın, şu güzelliğe bakın!

Çok yaşa Mehmet hoca…