Hep şikâyet ederiz; Sıkışık bir şehirde yaşıyoruz. Yollarımız, kaldırımlarımız dar. Hatta kaldırımı olmayan yollarımız bile var. Sahil yolu dolayısı ile yapılan dolgular olmasa, neredeyse doğru dürüst açık alanlarımız bile yok. Şehrimizin topografik yapısının bunda şüphesiz payı var. Ancak tek kabahatli olarak coğrafyayı görmemek gerekir. Zira belediyelerimizin ve şehirde yaşayanların da bunda payları var.

Trabzon’un imar planı serüvenini geçen sene sayfamızda çok detaylı bir şekilde incelemiştik. Meraklıları oraya havale ederek şu kadarını hatırlatmış olalım. Sene 1935. Şehrin imar planı henüz yapılmamış. 1941 senesinde mecliste onaylanan imar planı da 1970 yılına kadar tatbik edilememiştir. Fakat inşaat sektörü durur mu? Müteahhit, planı bekler mi?

1935 tarihli Yeniyol Gazetesinin yıpranmış sayfalarını çevirirken, bugün şikâyet ettiğimiz şehrin nasıl oluştuğu ile ilgili ipuçlarını görüyoruz. Gazetedeki yazının başlığı aynen şöyle; “Yapı Yarışı... Şehirde tuhaf bir yapı yarışı var. Fakat ne hesaba bağlı, ne de kitaba!”

 Aslında o yıllarda ortada hesap ta yoktur kitap ta. Nitekim şehrin her zaman önünden giden yerel gazetemiz konuya dikkat çekmekte, “Bir iki yıldan beri (1934-1935 yıllarında) şehrin en dar, en kalabalık, en çok genişletilmesi gerekli olan caddeleri üzerinde yapı yaptırma istekleri uyanmıştır” denilmektedir. Üstelik yapılan bütün binalar bir santim bile içeri çekilmeden ve yol hakkı alınıp verilmeden yapılmaktadır. Demek ki kendi menfaatini toplumun menfaatinden önce tutan bir anlayış bir dönem Trabzon’a hakim olmuş.

SOKAĞI SATIN ALMAK İÇİN..

Trabzon Büyükşehir Belediyesinin eski meclis arşivini inceleyenler bunun sadece 1935 senesine mahsus bir durum olmadığını görürler; Mesela kaçak yaptığı ikinci kata dışarıdan merdiven yapma izni alamayan ünlü bir hocanın, sokağı satın almak için belediyeye başvurmasını mı arasınız, inşaatını biraz daha geniş yapmak için yol genişliğinin üç metreye indirilmesini isteyenleri mi arasınız, şehirde kaçak kat atmayana avanak gözüyle bakılmasını mı arasınız… Hepsi var! Bu durum Kuran’daki şu kutlu sözü aklımıza getiriyor; 

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir…”Şuara Suresi 30. 

 1990 selinde Tabakhane 

Planlara uymayız çirkin şehirleşmeden şikâyet ederiz, dere yataklarına ev yapar/yaptırırız sel gelince eyvah deriz. Deprem bölgesinde çürük konut yapar, göçük altında kalırız. Sonra buna kader deriz... vs. Üstelik geçmişten ders de çıkarmayız. Aynı hataları tekrar tekrar yapmaktan usanmaz, aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemekten geri durmayız.

Buyurun yine başka bir kutlu uyarı; “Bir toplum inanç ve davranışlarını değiştirmedikçe, Allah da onların durumunu değiştirmez.” (Radsûresi, 11)

1935 tarihli Yeniyol Gazetesinde konuya bir iki örnek de verilir. Mesela Kunduracılar caddesinde, çarşının en kalabalık ve dar yerinde kurulan koskoca betonarme bina, yine İskele Caddesi üzerinde bir santim bile çekilmeden yapılan bina, yine Taksim Meydanı’nda yol hakkı alınmadan yapılan bina… Dikkat edilirse bu örnekler şehrin en önemli mevkilerinde meydana geliyor. Ya diğer yerlerdekiler?

Geçenlerde Trabzon’u ziyaret eden medyatik hekimlerimizden Dr. Ender Saraç demiş ki, “Bugün Konya, Trabzon’dan daha yeşil. Çarpık yapılaşma var, ağaç yok. Trabzon, Türkiye’de bozkır olan birçok şehirden daha ağaçsız.” 

Dr. Ender Saraç 

Bu şehirde 10 yıl boyunca park ve bahçeler müdürlüğü ve daire başkanlığı yapan bu fakir,  bunun acısını çok çekmiştir. 2009 senesinde ilk göreve atandığında heyecanla ağaç dikilecek yerleri tespit etmek için şehri dolaştığında büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Zira şehrin yeni kurulan Beşirli gibi mahallerinde bile ağaç dikilebilecek genişlikte doğru dürüst kaldırım bulamamıştı.Bizim meslekte şöyle bir kural vardır; Bir yolda ağaçlandırma yapabilmek için yolun genişliği en az 5 m. kaldırımın genişliği de en az 4 m. olmalıdır.Trabzon’da bu şartları ara ki bulasın!Ancak kimse belediyeyi suçlamasın. Bu şehir hepimizin eseri!

KATOLİK MEKTEBİ

1935 Tarihli Yeniyol Gazetesinde yine bir ilan dikkatimizi çekiyor. İlanda adres olarak verilen yer Frenkhisar Mahallesi, Katolik Mektebi sokağı. Neresidir burası? Trabzon’da Katoliklere ait bir okul mu vardı? Merak ediyoruz.

Trabzon’daki Katolik Mektebi

1939 senesinde ismi değiştirilen mahallelerden birisi Frenkhisar Mahallesidir.  Yine ta 1837 senesinde gayrimüslim vatandaşların yaşadığı mahallerden birisi de yine Frenkhisar Mahallesidir. Bugün Meydan’ın alt kesiminde İskenderpaşa ve Kalepark taraflarına lokalize edilebilecek olan bu mahallede mesela 1876 senesinde hiç Türk ve Müslüman unsur yaşamamaktaydı. Bu mahallede o yıllarda 100 hanede 858 gayrimüslim vatandaşımızın yaşadığını öğreniyoruz. Sonra ne oldu? Gazeteci Cevdet Alap’ın deyimiyle; Rumlar Pontus hülyası, Ermeniler’ de büyük Ermenistan rüyası görmeye başlayınca, dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan oldular.

Trabzon da o yıllarda yaşayan gayri Müslim nüfustan ötürü şehirde onlara ait eğitim kurularının olmasını yadırgamıyoruz. Zira biliyoruz ki yüzyıllarca bir arada bizimle beraber yaşayan Rum ve Ermenilerin ne ibadethanelerine nede okullarına ecdadımız yan gözle bakmamıştır. Bu konuya daha önce uzunca değindiğimiz için meraklısını TAKA Gazetesinin 7-8 Ağustos 2021 tarihli nüshalarındaki “Eski Eserlere Ne Oldu? ve “İşte O Tarihi Diyalog” başlıklı yazılara havale ediyoruz.

OSMANLI HÜKÜMETİ UYUYUNCA!

Ancak dikkatimizi çeken başka bir şey var. Bu şehirde Fransız, İtalyan ve Amerikan okullarının ne işi vardı? Mesela 1851-1852 senelerinde Fransız kız sıbyan okulu açıldı. 1914 yılına kadar faaliyette bulunan bu okulun müdürü bir rahip, öğretmenleri ise Fransız’dı.  Okulun yeri İskenderpaşa, Frenkhisar Mahallesi, Taksim Caddesi, Merdivenli sokaktadır. Yine 1852 senesinde ortaokul düzeyinde Fransız mektebi vardı. 76 kız öğrencinin devam ettiği bu okula bazı Müslümanların da çocuklarını gönderdiği ifade ediliyor. 

 Taksim Caddesinde Fransız Okulu

Fransızlar 1875 senesinde bu sefer Uzunsokak’da 3 katlı taş bir binada ilk ve orta derece öğrenim görmesi için Sen Greguar Okulu açıyorlar. Sonra 1891 de Rahipler Koleji adında yine aynı sokakta bir okul daha açıyorlar. Rahmetli Hüseyin Albayrak’ın tespitine göre Fransa’nın o dönemdeki misyonerlik faaliyetlerinin esprisini kavrayamamış olan Trabzon’un ileri gelen bazı aileleri de çocuklarını bu okulda okutmuşlar. 
Fransızlar durmuyor, bu seferde 1904 senesinde Meydan’ın başında eski Yavuz Selim İlk Okulunun olduğu binada Sörler Okulu kuruyorlar. Kaynaklarda XX. Yüzyılın başlarında Fransızların küçük bir kilise okulu daha kurdukları, küçük bir hastane ve dispanser işlettiklerini anlıyoruz.

1915 senesinde Fransız Koleji (Eski Yavuz Selim İlkolu Binası)

Sonra Amerikalılar. Kambersiz düğün olur mu? Onlarda ilk olarak 1865 yılında İran Caddesi üzerinde bir ara Candan Koleji olarak kullanılan binada bir okul kurdular. 1907 senesine gelince Trabzon’daki Amerikan Okulu sayısının 3 olduğunu görüyoruz. Üstelik o yıllarda Amerika’nın Trabzon da konsolosluğu da vardır. Arafilboyu’ndaki eski baro binası. Hatırlayalım Osmanlı da Ermenilere “milleti sadık” derdiler. Sonra ne oldu? Bu okullar sayesinde Ermeni çocuklar bir Türk düşmanı olarak yetiştirildiler.

Başka? İtalyanlarda bu şehirde okul açma kervanına katılmışlar. Onlar da 3 okul açmışlar. Yahu İranlıların bile bu şehirde o yıllarda okulu var. Bütün bu yabancı devletler topraklarımızda cirit atarken,Osmanlı hükümeti de uykuya dalınca bu okullar sayesinde zehirlenen gayri Müslüm unsurları memleketten duygusal olarak kopardılar. Sonrası malum.

Amerika Konsolosluk Binası (Eski Baro Binası)

1935’DE BİR ASKER MEKTUBU

1935 tarihli Yeniyol Gazetesinde bir asker mektubu yayınlanıyor. Konuyu gazetenin yazarlarından Halit Muzaffer gündeme getiriyor. Mazideki Trabzon yazı dizisini başından beri takip edenler bu ismi hatırlarlar.  Halit Muzaffer Korlu  Trabzon Belediyesi meclis üyeliği ve belediye başkanlığı yapmış bir dönemin çok etkin isimlerinden birisidir. 

Halit Muzaffer Korlu (Gazeteci, Eski Belediye Başkanı)

Meclis konuşmalarından hatip bir üye olarak tanıdığımız Korlu’nun “Bu da bir mektup” başlıklı yazısı şu şekildedir;

“Bilmem ne kadar zaman evvel, her şeyin sustuğu, dallarda en ufak kıpırdanışın olsun görülmediği sıcak bir gündü. Nasılsa yolum yakın bir köye düşmüş, azıcık dinlenmek için daldığım o köy kahvesinde sindire sindire içmeye başlamıştım ayranımı. İşte tam bu sıradaydı, iri yapılı bir köylü genç göründü kapıda. Siyah, bir damla kehribar gibi donuk, kilometrelerce derin, manalı gözleri bir şey arar gibi dolaştı bütün kahveyi. Sonra aradığını bulanlara has bir durumla ışıl ışıl yandı ve bende takıldı bu gözler. Neden sonra ağır ağır ilerledi geldi yanıma. Başı önde yüzü kıpkırmızıydı. Belliydi ki utanıyordu. Sonra bir azim, bir enerji belirdi bu tunç yüzde. Ve deminden beri yana sarkık kolları yırtık ceketinin cebine, kan kırmızı dudakları, fısıltı kabilinden, “ağa şu mektubu okuyuver, askerdeki kardeşim yolladı” diye geldiler harekete.

Zarfı aldım ve kargacık burgacık sıralanmış satırları elle yazılmış haberleri okumaktan kalma bir alışkanlıkla okudum kolayca çocuğa. Mektup pek hoşuma gitmişti. Ve güya başka bir şey yazıyormuşum gibi hemen aldım kopyasını. Mektup şöyle başlıyor;

“Ey benim nuru aynim (nur yüzlü) kardeşim!

Ey benim canımın canı, ömrümün varı, kalbimin süruru, başımın tacı, gönlümün ilacı efendim.  Ey benim aziz başlı, kalem kaşlı, inci dişli, elleri ak, kaşları yay, lebleri ahmer, şirin sözlü, şahbaz gözlü, hakka divan, dişleri mercan, ağzı hokka, karnı tokça, ey benim billur tenli, nazik bedenli, servi boylu, güzel huylu, ferdi merdane, dünyada bir dane, tahir ve gün gibi zahir, methe layık, sözünde sadık efendim!

Ol mübarek çehrenizin bir gam hane olmasına sebep nedir? Ey benim azizim, şekerden lezizim, iki gözüm kardeşim, ahret yoldaşım, cennet bahçesinin bir gülü, nezaket bahçesinin sümbülü benim efendim. Gözü yaşlı bağrı taşlı, ciğeri pür gam, elleri havada, dilleri duada biricik kardeşim. Benden sual ederseniz hamd olsun sıhhat üzere olup sağlığınıza duacıyım. Mektubunuzu alamamaktan gayri bir kederim yoktur, benim efendim.” Halit Muzaffer mektubun burada kesilerek selam faslına geçildiğini belirterek şu imza cümlesi ile bittiğini söyler; Yoldaşı canın, bir tek hayranın.” 

Kurtuluş Savaşında Erzurum’da askerlik yapan dedemizin babası Musa çavuşun o sıralar 12 yaşlarında olan oğluna yazdığı son mektubun hitabı aklıma geliyor. “Şevketli oğlum Mahmut Efendi.” Bu kibar insanlar nereye gitti, demekten kendimizi alamıyoruz.
Fatih Erol

Editör: TE Bilisim