Okuma yazma bilmeyen bir ailenin oniki çocuğundan birisiyim. Lise sona kadar Kaçkar’ın eteklerinde çobanlık yaptık, inşaatlarda çalıştık. Kısacası hem çalıştık, hem okuduk.
Hayatın içinden geliyoruz. Yoksulluğu, çaresizliği, yaşayarak öğrendik.. Bütün bunlara rağmen; o dönemde hayallerimiz ve beklentilerimiz vardı. Fakırdık ama mutluyduk. Umutsuz değildik. Zaman içinde hepsi olmasa birçok hayallerimiz gerçekleşti. Bugünlere geldik. Her şeye rağmen şanslı nesildik.
1999 yılındaki Marmara depreminde Yalova’da 50’ye yakın akrabamı kaybetmiştik Bunların içinde çok yakın yeğenlerimde vardı. Çaresizliğin, acının ne demek olduğunu o depremde yaşayarak öğrendik.
Kahramanmaraş’ta bir babanın enkaz altında hayatını kaybeden 15 yaşındaki kızının elinden tutması ve çaresizliği gibi. Yüzlerce ona benzer görüntüler gördük. Çaresizlik içinde yine defalarca ağladık.
Bu büyük depremin ardından bir şeyler oldu bana. Daha doğrusu hepimize.. Aileme ve yakın çevreme ”Ben artık ben değilim. Eski Osman hiç değilim” diyordum..
CHP Liderinin TBMM’deki gurup konuşmasını dikkatlice dinleyince fark ettim ki, birçoğumuz, aynı duyguların içindeyiz. Tek olan ben değilmişim..
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, büyük yıkıma neden olan deprem felaketine ilişkin, "Yarın torunlarım büyüyecek, Allah ömür verirse soracaklar bana 'Dede en zor zamanlarda sen neredeydin? Ne yapıyordun? Ne diyeceğim onlara düşünmeye başladım. İşte o an içimde bir şey koptu. Anladım ki ben artık eski ben olamayacağım. O an itibariyle ben aynı Kemal değildim" ifadelerini kullanması, önemli bir gerçeği dile getirmiş oldu..
Rahmetli annem derdi ki: “Oğlum, fakirlik ile zenginlik kapı önündedir. Sabah kalktığında birini bulup, diğerini kaybedebilirsin. Yeter ki sağlık olsun!”
Ben de Üniversitedeki, genç iletişimci öğrencilerime ”Dünü geri getiremezsiniz, yarının ne olacağını bilemesiniz. Sadece bugün var ve iyi değerlendirin” tavsiyesinde bulunurum.
Bizim kuşak, bugünkü gençlerden farklı, gelenekçi bir kuşaktır. Planlı programlı yaşar. Geleceğe dâhil hesap yapar. Çocuklarını, hatta torunlarını düşünür.
Bu depremde tarifsiz acılar ve çaresizliklerin yanında başka bir gerçeği de gösterdi hepimize..30 saniyelik bir deprem, bir felaket ailece canınızdan, malınızdan ediyor. Eğer canınızı bir şekilde kurtarabilirseniz, bile bir bardak suya muhtaç oluyorsunuz. Sağlık olursa, ulus olarak bu sorunları aşarız.Telafı ederiz..
Ancak, Malzeme çalan müteahhitlerin, onlara yol veren siyasetçilerin, yıkılan binalara onay veren mühendislerin, ruhsat veren belediyelerin denetlemeyen bürokratların yüzünden enkaz altında can veren insanlarımızı geri getiremeyiz..
Bu duygu ve çaresizlik, ruh dünyamı, duygularımı allak bulak etti. Bir şeyler yapamamanın çaresizliği, çocuklarımın gözlerine baktığım zaman gördüğüm umutsuzluklarını beni kahrediyor..
Hayat, yaşam öylesine hızlı akıyor ki, değişmemek mümkün değil. Zira insan üç gün önceki düşünceniz, hayata bakışınız üç gün sonraki ile aynı olamayabiliyor. Değişim insanın doğasında vardır. Ünlü Sokrates önceki Yunan filozofu Heraklitos'un da dediği gibi; 'değişmeyen tek şey değişimin kendisidir'. Bu bağlamda değişimden kaçma şansımız olmadığına göre mühim olan ileri yönde, pozitif yönde ve doğru yönde bir değişim yakalayabilmektir.
Değişmek zordur; ama bazen aynı adam olmak daha zordur. Hayat öyle yüklenir ki üstüne ne kalmak istersin ne de gitmek. O durumdayım işte. – (Can Yücel).Değişmeliyim, ama hangi yönden?…Benim gibilerin değişmesi çok zordur..
Sonuç olarak değişmeye karar verdim.Nasıl bir değişim? Onu bende bilmiyorum. Bazen insan vaz geçmeli her şeyden..Kendisinden..sevdiklerinden. Çekip gitmeli. Arkasından bakmadan. Sevdiklerine veda etmedendiyesi geliyor insanın.
Ya da Yahya Kemal Beyatlı’nın ”Sessiz Gemi” şiirinde olduğu gibi… Artık demir almak günü gelmişse zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol. Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.’
Veya mücadele için inadına kalmak mi gerekiyor?
Ne dersiniz?