Ancak TÜİK'in son verileri, bu kadim topraklarda alarm zillerinin artık çok daha yüksek çaldığını gösteriyor. 2023'te kadın başına düşen çocuk sayısının 1,51'e kadar gerilemesi, sadece istatistiki bir düşüş değil, aynı zamanda binlerce yıllık bir geleneğin, bir yaşam biçiminin ve geleceğe dair umutların kökünden sarsılması tehlikesidir. Nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,10'un bu kadar altına düşülmesi, yaşlanan nüfusumuz ve tarihin en düşük nüfus artış hızımızla birleştiğinde, Anadolu çınarımızın dallarının kurumaya yüz tuttuğunu, pınarlarımızın çekildiğini gösteriyor. Genç ve dinamik nüfusumuzla övündüğümüz günler hızla geride kalırken, geleceğe dair rotamızı acilen ve köklü bir şekilde yeniden çizme zarureti doğuyor.

Verilerin Sesi: Sessizleşen Beşikler, Yaşlanan Bilgelik, Kaybolan Gençlik

Rakamlar, bazen en dokunaklı ağıtlardan daha fazla şey anlatır:

1. Rekor Düşük Doğurganlık: 1,51... Bu rakam, sadece birkaç yıl önceki 1,88'e göre bile keskin bir düşüş. Yenilenme eşiğinin uzağında, adeta bir “nesil kuraklığı”na işaret ediyor.

2. Yaşlanan Nüfus: Ortanca yaşımız 34'e yükseldi, 65 yaş üstü nüfusumuz %10'u aştı. Artık “ihtiyar heyeti” kalabalıklaşıyor, ancak Yaşar Kemal romanlarındaki gibi toprağa kök salmış, üretken bir yaşlılıktan ziyade, bakıma muhtaçlığın artacağı bir döneme giriyoruz. Çocuk nüfusumuz ise azalıyor; sokaklarda yankılanan çocuk sesleri azalırken, boşalan salıncaklar hüzün veriyor.

3. Geciken Yuvalar, Geç Gelen Evlatlar: Gençlerimiz okuyor, kariyer yapıyor; ancak bu, “demir tavında dövülür” misali, evliliğin ve ilk çocuğun daha ileri yaşlara kalmasına neden oluyor. Kadınlarımızın doğurganlığının biyolojik sınırları (özellikle 35 yaş sonrası) bu durumu daha da kritik hale getiriyor. “Geç olsun da güç olmasın” derken, bazen nasip olmayabiliyor.

4. Avrupa ile Benzeşme: Bir zamanlar “genç nüfusumuzla Avrupa'yı fethederiz” denirken, şimdi doğurganlıkta neredeyse aynı seviyedeyiz. O “kart Avrupa” dediğimiz yapıya hızla benziyoruz.

5. Durma Noktasına Gelen Nüfus Artışı: Binde 1,1'lik artış hızı, “duraklama devri”ni değil, neredeyse bir “yok oluş” sinyalini veriyor. Bu, Anadolu'nun binlerce yıllık canlılığının, dinamizminin tehlikede olduğunun somut göstergesi.

Neden Kuruyor Pınarlar? Çok Boyutlu Bir Derdin Anatomisi

Bu sessizleşmenin ardında tek bir neden yok; iç içe geçmiş, derin ve karmaşık dertler yumağı var:

1. Ekonomik Darboğaz ve Geçim Derdi: Artan hayat pahalılığı, kiralar, faturalar, okul masrafları... Anadolu insanı çalışkandır, “ekmeğini taştan çıkarır” ama günümüz şartlarında “yuva kurmak”, “çoluk çocuğa bakmak” giderek zorlaşıyor. Orhan Kemal'in, Sabahattin Ali'nin anlattığı geçim sıkıntıları, bugün metropollerde daha da ağırlaşmış bir şekilde yaşanıyor. Gelecek kaygısı, gençleri “ayağını yorganına göre uzatmaya” itiyor, bu da genellikle daha az çocuk veya hiç çocuk anlamına geliyor.

2. Değişen Zaman, Değişen Değerler

· Okumuş Kadın, Ertelenen Anne: Kadınlarımız okuyor, kendi ayakları üzerinde duruyor; bu gurur verici. Ancak kariyer hedefleri, geleneksel “erken evlenip anne olma” beklentisiyle çatışabiliyor. Bireysel hedefler, “soyunu sürdürme”, “ocağı tüttürme” gibi kolektif değerlerin önüne geçebiliyor.

· Kentleşme ve Yalnızlaşma: Köyden kente göç, komşuluk ilişkilerini (o güzelim “mahalle kültürü”nü), akraba bağlarını zayıflattı. Geniş ailelerin sağladığı destek azaldı. Bireyselleşme arttı, “her koyun kendi bacağından asılır” anlayışı yaygınlaştı. Evlilik oranları düşüyor, boşanmalar artıyor; “sağlam aile” temelleri sarsılıyor.

3. İş ve Aş Arasında Sıkışan Hayatlar: Özellikle kadınlar için iş hayatı ile annelik arasında bir denge kurmak zor. Güvenilir, “gözün arkada kalmayacak” kreşler yetersiz ve pahalı. Esnek çalışma imkanları kısıtlı. Babaların “evin direği” rolü yanında, çocuk bakımına aktif katılımı için yeterli destek (izinler, toplumsal teşvik) yok. Bu durum, kadınları zorlu bir seçime itiyor: Ya iş ya da daha fazla çocuk.

4. Erkeklerin Dünyası: Baskı, Rol Karmaşası ve Sağlık

· Geçim Yükü: “Evin erkeği” üzerindeki ekonomik baskı, onu aile kurmaktan veya daha fazla çocuk sahibi olmaktan alıkoyabiliyor.

· Değişen Babalık: Eskiden babanın otoritesi yeterliyken, şimdi çocukla daha fazla ilgilenmesi bekleniyor. Ancak iş koşulları buna pek izin vermiyor. Bu rol karmaşası da bir etken.

· Neslin Sağlığı: Sadece tercihler değil, biyoloji de konuşuyor. Şehir hayatı, stres, sağlıksız beslenme (obezite), sigara gibi alışkanlıklar hem kadın hem erkek doğurganlığını, yani “neslin sıhhatini” olumsuz etkiliyor. Anadolu'nun temiz havası, doğal gıdası özleniyor.

Ufuktaki Tehditler: Yaklaşan Fırtına, Çatırdıyan Çınar

Doğurganlıktaki bu hızlı düşüş, Anadolu çınarımızın köklerini kurutabilecek, dallarını kırabilecek tehditleri çok daha yakınımıza getiriyor:

1. Ekonomik Kıtlık ve Çoraklaşma

· Çalışacak El Eksikliği: Tarlalarda, fabrikalarda, ofislerde çalışacak gençlerin azalması, üretimin düşmesi, ekonominin “çoraklaşması” demek. “İşleyen demir ışıldar” ama işleyecek demir azalıyor.

· Büyüme Yerine Küçülme: İç pazar daralacak, tüketim azalacak. Yeni yatırımlar için cazibe kaybolacak. Ekonomik büyüme hayal olabilir.

· Çöken Sosyal Güvenlik: Azalan çalışanların sırtına, artan emeklilerin yükü binecek. “Devlet baba”nın bu yükü taşıması zorlaşacak. Emekli maaşları düşebilir, primler artabilir, sağlık hizmetleri aksayabilir.

· Artan Kamu Yükü: Yaşlıların sağlık ve bakım masrafları bütçeyi zorlayacak. Diğer alanlara (eğitim, altyapı) kaynak kalmayabilir.

2. Toplumsal Dokuda Yırtılma ve Yalnızlaşma

· Kimsesiz Kalan Yaşlılar: Az çocuk, yaşlılıkta bakacak kimsenin de azalması demek. Anadolu'nun “büyüklere hürmet” geleneği yerini, çözümsüz bir yaşlı bakımı krizine bırakabilir. Huzurevleri yetersiz kalacak.

· Kaybolan Dinamizm: Gençliğin enerjisi, yenilikçiliği azalacak. Toplum daha tutucu, değişime kapalı hale gelebilir. Anadolu'nun o “yerinde duramayan”, girişimci ruhu zayıflayabilir.

· Nesiller Arası Uçurum: Gençlerin omuzlarındaki yük artarken, yaşlıların ihtiyaçları öncelik kazanabilir. Bu durum, nesiller arası anlayış yerine gerginlik yaratabilir. “Nerede o eski günler” sızlanması artarken, geleceği kuracak enerji kaybolabilir.

· Yalnızlaşan İhtiyarlık: Eşi ölen, az çocuğu olan yaşlılar için yalnızlık en büyük dert olacak. Köy kahvesindeki sohbetin, komşu ziyaretinin yerini boş duvarlar alabilir. Bu da sağlık sorunlarını artıracaktır.

3. Jeopolitik Zayıflama: Gölgesi Küçülen Çınar

· Azalan Nüfuz: Tarih boyunca medeniyetlerin köprüsü olmuş Anadolu'nun bölgesel ve küresel ağırlığı azalabilir. Nüfus, hala bir güç unsurudur. Komşularımız veya rakiplerimiz demografik olarak güçlenirken bizim zayıflamamız, “elimizdeki kozların” azalması demektir.

· Savunma Gücünde Sınırlamalar: Genç nüfusun azalması, ordunun insan kaynağını uzun vadede etkileyebilir.

· Uluslararası Algı: Yaşlanan, nüfusu artmayan bir Türkiye, “gücünü yitiren”, “geleceği belirsiz” bir ülke olarak görülebilir. Bu da yatırımlardan diplomatik ilişkilere kadar bizi olumsuz etkiler. Anadolu'nun o “vakur duruşu” zedelenebilir.

Çözüm Yolları: Anadolu İrfanıyla Geleceği Yeniden Yeşertmek

Durum vahim ama umutsuz değil. Çözüm, yine bu toprakların irfanında, kültüründe ve insanının direncinde saklı olabilir. Köklerimizden güç alarak, modern dünyanın gerçeklerine uygun, “yerli ve milli” ama evrensel değerlerle barışık çözümler üretmeliyiz:

1. Aileyi Korumak, Yuva Kurmayı Kolaylaştırmak

· Ekonomik Güvence: Gençlerin “başını sokacak bir göz ev” sahibi olmasını kolaylaştırmak (konut desteği, faizsiz krediler). Evlilik ve ilk çocuk için hissedilir maddi destekler (“beşik kertmesi” değil ama “yuva kurma” desteği). Çocuk yardımlarının “dişe dokunur” olması, enflasyona ezdirilmemesi.

· Vergi Kolaylıkları: Çalışan anne-babaya çocuk sayısına göre artan vergi indirimleri.

2. Çocuklarımızı Güvenle Emanet Edeceğimiz Yuvalar

· Mahalle Odaklı Çözümler: Güvenin esas olduğu yerlerde, devlet denetiminde, eğitimli “mahalle annesi” veya küçük, sıcak “mahalle kreşleri”. Anadolu'nun “komşuluk” ruhunu canlandırmak.

· Kaliteli ve Erişilebilir Kreşler: Özellikle şehirlerde, devlet destekli, güvenilir, değerlerimizi gözeten yaygın kreş ağı. Özel kreşlere ciddi destek.

· Büyükanne/Dede Desteğini Onurlandırmak: Torununa bakan, aileye destek olan büyükanne/dedelere (gelir durumuna göre) prim veya bakım desteği düşünmek (dikkatli bir modelle).

3. İş ile Aileyi Barıştırmak: Hem Cefa Hem Vefa Dengesi

Günümüz dünyasında, özellikle şehirlerde, “ekmek aslanın ağzında”. Çalışmak bir zorunluluk. Ancak Anadolu irfanı bize ailenin, “sıcak bir yuvanın” her şeyden önce geldiğini de söyler. Ne iş aileyi ne de aile işi feda etmemeli. Bu ikisini barıştırmak, adeta “hem cefayı çekip hem vefayı göstermek” gibi ince bir denge işidir. Özellikle kadınlarımız, analarımız için bu dengeyi kurmak daha da zordur. Hem evladına “analık yapmak”, o kutsal vazifeyi yerine getirmek, hem de evin geçimine katkıda bulunmak ister. İşte bu noktada, çalışma hayatını aileye düşman değil, destek olacak şekilde yeniden düzenlememiz gerekir:

Esnek Çalışma: Vakti Kuşanmak, Yuvaya Yetişmek

· Sorunun Kökü: Katı mesai saatleri (sabah 9, akşam 5 - ki çoğu zaman daha uzun) ile okul saatleri, çocukların ani hastalıkları, evin acil ihtiyaçları çoğu zaman çatışır. Bu durum, özellikle çalışan anneyi “iki arada bir derede” bırakır, vicdan azabına ve strese sokar. Çoğu zaman ya işten ayrılmak ya da “evladını ihmal ettiği” hissiyle yaşamak zorunda kalır.

· Çözüm Önerileri: Çalışma hayatına Anadolu'nun o “duruma göre hareket etme”, “işini bilme” esnekliğini getirmeliyiz:

o Kısmi Zamanlı Çalışma: Özellikle küçük çocuğu olan anneler (veya babalar) için, tam gün yerine yarım gün veya haftanın belirli günleri çalışma imkânı sunulmalı. Bu, “azıcık aşım, ağrısız başım” demeden hem aile bütçesine katkı hem de çocukla daha fazla vakit geçirme imkânı verir.

o Uzaktan Çalışma (Evden Çalışma): Teknolojinin nimetiyle, birçok iş artık evin sıcaklığında, “ocağın başında” da yapılabilir. Bu, özellikle yol derdini ortadan kaldırır, annenin/babanın çocuğuna daha yakın olmasını sağlar. Devlet ve özel sektör, bu modeli güvenli ve verimli kılacak altyapıyı ve kültürü oluşturmalı.

o Esnek Saatler (Serbest Zaman): Belirlenen çekirdek saatler dışında (örneğin 10:00-15:00 arası ofiste olma zorunluluğu gibi), işe başlama ve bitiş saatlerini çalışanın belirlemesine imkân tanınabilir. Böylece sabah çocuğunu okula bırakıp işe gelmek, akşam okuldan almak mümkün olabilir. “Vakti kuşanıp” hem işe hem yuvaya yetişilebilir.

o Sıkıştırılmış Çalışma Haftası: Haftalık 40 saati 5 güne yaymak yerine, günde daha fazla çalışarak 4 günde tamamlama gibi modeller denenebilir. Bu, 3 günlük bir hafta sonu ile aileye daha uzun kesintisiz zaman ayırma fırsatı sunar.

Özel Hastanelerde Yeni Dönem Başladı! Yasaklar ve Zorunluluklar Yürürlükte Özel Hastanelerde Yeni Dönem Başladı! Yasaklar ve Zorunluluklar Yürürlükte

· Teşvik ve Yaygınlaştırma: Bu modeller sadece “lütuf” değil, bir hak ve verimlilik aracı olarak görülmeli. Devlet, “Aile Dostu İşyeri” belgesi, vergi indirimleri gibi teşviklerle bu uygulamaları benimseyen şirketleri ödüllendirmeli. Kamu sektörü bu konuda öncü rol oynamalı, “iyi örnek” olmalı. Unutmamalı ki, huzurlu bir aile ortamı, çalışanın işine de olumlu yansır; “yuvası sağlam olanın işi de rast gider”.

Annelik İznini Güçlendirmek: Lohusaya Hürmet, Nesle Hizmet

· Mevcut Durum ve İhtiyaç: Annelik izni yasal bir hak olsa da süresi ve sağlanan maddi destek bazen yetersiz kalabiliyor. Anadolu kültüründe lohusalık dönemi çok önemlidir; anne ve bebeğin kırkının çıkması beklenir, özel ilgi ve destek görürler. Modern hayatta bu desteği kamusal olarak güçlendirmeliyiz. Yeni doğum yapmış bir annenin gözü arkada kalmadan, “yavrusuyla” yeterince vakit geçirebilmesi, emzirebilmesi, kendi sağlığına kavuşabilmesi hem annenin hem bebeğin hakkıdır hem de “sağlam nesiller” yetiştirmenin temelidir.

· Çözüm Önerileri

o Sürenin Uzatılması (Ücretli): Mevcut ücretli annelik izni süresi, anne-bebek sağlığı ve bağlanması için bilimsel veriler ve kültürel hassasiyetler göz önüne alınarak uzatılmalı. Bu, “kırk uçurma” geleneğinin modern bir yansıması gibi, anneye ve bebeğe toparlanma ve birbirine alışma için yeterli zamanı tanımalı.

o Maddi Desteğin Artırılması: İzin süresince ödenen ücretin, annenin normal maaşına daha yakın bir seviyede olması sağlanmalı. Annenin maddi kaygılarla işe erken dönmek zorunda kalmasının önüne geçilmeli. Bu, devlete bir yük değil, geleceğe yapılan bir yatırımdır.

o İşe Dönüş Güvencesi ve Kolaylığı: Annenin iznini kullandıktan sonra aynı veya eşdeğer bir pozisyonda işine dönebilmesi yasal olarak tam güvence altına alınmalı. İşe dönüşte mobbing veya ayrımcılık kesinlikle engellenmeli. Belki işe dönüşte bir süre (örneğin ilk 6 ay) kısmi zamanlı çalışma hakkı gibi ek kolaylıklar sağlanabilir.

o Emzirme Desteği: İşe dönen annelerin bebeklerini emzirmeye devam edebilmeleri için işyerlerinde uygun, hijyenik “emzirme odaları”nın olması ve yasal süt izinlerinin tam olarak kullandırılması sağlanmalı. “Ana sütü gibi” değerli bir nimetten bebeklerin mahrum kalmaması önemlidir.

Bu düzenlemeler, “analık hakkı”nı teslim etmek, kadınlarımızın omuzlarındaki yükü hafifletmek ve en önemlisi, geleceğimiz olan çocuklarımızın daha sağlıklı ve sevgi dolu bir ortamda büyümesine katkıda bulunmak anlamına gelir. İş ile aileyi barıştırdığımızda, hem çalışanlarımız daha mutlu ve verimli olur, hem de ailelerimiz daha sağlam temellere oturur.

Babalık İznini Anlamlandırmak

Babanın sadece “izinli” değil, gerçekten “destek olan eş”, “ilgili baba” olmasını teşvik eden, süresi anlamlı babalık izinleri. “Baba ocağı”nın sadece ekonomik değil, manevi bir sığınak da olduğunu hatırlatmak.

4. Sağlıklı Nesiller İçin Bilinç ve Destek

· Doğru ve Hassas Dil: Korkutmak yerine “sağlıklı aile”, “hayırlı evlat” gibi pozitif kavramlarla bilinçlendirme. Evlilik öncesi danışmanlıkta, yaşın doğurganlığa etkisini nazikçe anlatmak.

· Sağlıklı Yaşam: Obezite, sigara gibi “neslin sağlığını” tehdit eden unsurlarla mücadeleyi aile sağlığı merkezleri aracılığıyla yaygınlaştırmak.

· Güvenilir Kurumlar: Sağlık ve Aile Bakanlıkları, gerekirse Diyanet gibi kurumlarla iş birliği içinde, kültürel değerlerimize uygun mesajlar vermek.

5. Toplumsal Değerlerimizi Güçlendirmek

· Paylaşım ve Destek: “Eşitlik” yerine, aile içinde “yükü paylaşma”, “birbirine destek olma”, “anne ve babanın kutsal görevi” gibi kavramları öne çıkarmak. Babanın çocuk bakımına katılımının hem aileye hem çocuğa faydasını vurgulamak.

· Örnek Modeller: Medyada, dizilerde “hayırlı eş”, “ilgili baba” figürlerini olumlu şekilde işlemek. Aile bağlarının gücünü anlatan hikayeleri desteklemek.

· Eğitimde Kökler: Okullarımızda aile sevgisi, büyüklere saygı, sorumluluk bilinci gibi değerleri yeniden ve güçlü bir şekilde işlemek.

6. Nitelikli Göç (Son Çare ve Büyük Hassasiyetle): Eğer iç dinamikler yetmezse, ekonominin ihtiyacı olan alanlarda, Anadolu kültürüne uyum sağlayabilecek, çok seçici ve kontrollü bir göç politikası, son çare olarak, büyük bir toplumsal mutabakat ve şeffaflıkla düşünülebilir. Ancak öncelik her zaman kendi insanımız, kendi kaynaklarımız olmalıdır.

7. Yaşlanan Bilgeliğe Sahip Çıkmak: Yaşlılarımıza yönelik sağlık ve bakım sistemlerini (evde bakım, geriatri merkezleri) hızla geliştirmek. Onların tecrübesinden faydalanmak.

8. Azalan Gençliği Bilgi ve Teknolojiyle Güçlendirmek: Azalan işgücünün verimliliğini eğitim, teknoloji ve inovasyonla artırmak.

Son Söz: Küllerinden Doğan Anka Misali...

Anadolu, tarihi boyunca nice badireler atlatmış, nice zorlukların üstesinden gelmiştir. Bu demografik kış da elbette aşılabilir. Ancak bu, sadece devlet politikalarıyla değil, toplumun her ferdinin meselenin ciddiyetini kavraması, “elini taşın altına koyması” ile mümkündür. Çözüm; korku ve paniğe kapılmak yerine, Anadolu irfanının rehberliğinde, birlik ve beraberlik ruhuyla, kadın-erkek demeden sorumlulukları paylaşarak, aile kurumunu yeniden güçlendirerek, çocuklarımıza ve gençlerimize umut dolu bir gelecek hazırlamaktır. O zaman sönen ocaklar yeniden tüter, kuruyan pınarlar yeniden çağlar ve Anadolu çınarı yeni filizlerle geleceğe uzanır. Nazım'ın dediği gibi, “En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız” olabilir, yeter ki umudu ve direnci kaybetmeyelim.

Dr. Tevfik Bulut

Editör: Birol Sancak