1999 depreminde Yalova’da 50’ye yakın akrabalarımı kaybetmiştik... Hele bir tanesi var ki 24 yıldır hala içimi yakıyor. Aklıma geldikçe boğazım düğümleniyor. Abimin 17 yaşındaki oğluTuran..
Depremde beş katlı binanın birinci katındaydı. Yatak ile çöken tavan arasında kalmıştı. Cansız bedenini ancak üç gün sonra çıkarabilmiştik. Uzun süre soğuk eline tutup, ağlamıştım. Çaresizliğin ne demek olduğunu o gün anlamıştım. Kazandığı üniversite sınav sonucunu ölümünden sonra gelmişti..
Kahramanmaraş’ta bir babanın enkaz altında hayatını kaybeden 15 yaşındaki kızının elinden tutması ve çaresizliği gibi. Sosyal medyada ona benzer çok görüntüler gördük. Çatresizlik içinde yine defalarca ağladık.
Kafamdaki sorular. Deprem mi, sorumsuzluk mu, denetimsizlik mı, Rant mı, kader mi? Adını siz koyun..
Büyük bir afet yaşıyoruz. Deprem son yüzyılın en büyüğü. Binlerce yıllık Gaziantep Kalesi’ni bile yıktı. Apartmanlar kartondanmış gibi eridi aktı. İnsanlar içinde kaldı, altında kaldı. Ağır kış şartlarında milletçe seferber olsak da felaketin büyüklüğü karşısında ne herkese ulaşabildik, kurtarabildik, ne de yaraları sarabildik. Yaraları sarmak elbette bir günün işi değil, zaman istiyor. Milletimizin merhameti, hamiyeti ile inşallah üstesinden geleceğiz.
Sayı fazla, mağdur çok. Yardım için koşturan da elbette çok. Kahraman Mehmetçiğimiz, polisimiz, jandarmamız, sahil güvenliğimiz, AFAD, Kızılay, gönüllü arama kurtarma ekiplerimiz, belediyelerimiz, sivil toplum örgütlerimiz sahada…İktidarı ve muhalefetiyle 85 milyon insanımız ve Devletimiz teyakkuz halinde. Dünyanın dört bir yanından dayanışma eli uzanıyor.
Bu arada ne yazık ki her yıkıntıya eş zamanlı ulaşmak mümkün olmuyor. Depremler sadece konutları veya binaları değil altyapıyı da etkiler. Bu bakımdan yollar, köprüler, viyadükler, iletişim ve ulaştırma ağları, doğalgaz ve enerji iletim hatları da, barajlar da etkileniyor. Halihazırda bu etkileri görmekteyiz.
İç ve dış bedbahtların, düşmanların kendilerini her türlü göstereceği, bir kısmının sureti haktan görüneceği bir iklimdeyiz. Böyle durumlarda çöken psikolojimizi, bozulan moralimizi, mağduriyetimizi kullanarak kendi emellerini gerçekleştirmeyi de isteyebilirler.
Sağduyu yoksa hiçbir şey yok.
Depremin ilk anından beri sahte ihbarlar, senaryolarla, istismarlarla, fırsatçılıklarla, yağmacılıkla çalışmaları sekteye uğratmaya çalışan ahlaksızlar, vicdansızlarla karşılaşıyoruz.
Bunların aşağılık davranışları ülkenin dört bir yanında gönlünü, kapısını depremzede kardeşlerine açan insanların moralini ve motivasyonunu bozmak içindir…
Şimdi kardeşlik zamanıdır. Birbirimize olan sevgimizi, bağlılığımızı göstermenin zamanıdır. Devletimiz ve milletimiz el eledir. Gün yardım ve destek günüdür. Gün birlik ve beraberlik günüdür.
Depremin büyüklüğü, şiddeti uzmanları tarafından tartışılır. Yıkılan, tahrip olan yapıların durumları yine onlar tarafından değerlendirilir. Bizim işimiz şimdi enkaz altındaki canlılara ulaşmak, kurtulanlara el uzatmaktır. Elimizden geldiğince imkân ve kabiliyetlerimizi paylaşmaktır.
Büyük deprem afetleri ile ilk kez karşılaşmıyoruz ki… Nüfus artıyor, binalar göğe kadar yükseliyor, şehirler genişliyor ve genişledikçe de yapılaşmaması gereken yerlere de yapılar konduruluyor. Binaların estetiği kadar yapı kalitesi düşünülmüyor ve kontrol edilmiyor. Dolayısıyla her depremin tahrip edici etkisi artıyor.
Bütün bunları hep birlikte tartışacağız. Konuşacağız. Hesap soracağız, hesap vermesi gerekenleri de asla ihmal etmeyeceğiz. Ama önceliğimiz enkaz altındakilerdir.
Önce insanlarımızı kurtarıp, kucaklamamız gerekmektedir. Önce yaraları saracağız.
Önceliğimizi şaşırmayacağız. Birbirimize düşmeyeceğiz.
Yalan yanlış bilgilere kapılıp hamiyetimizi, merhametimizi yitirmeyeceğiz. Kardeşliğimize zarar getirmeyeceğiz.
Şu soğuk, karlı, yağmurlu kış günlerinde saatlerdir en kazlardan sağ veya ölü insanları çıkarmaya uğraşanların hatırına üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz.
Bize yakışan budur. Biz hep birlikte Başaracağız.