Bir süredir Amerikadaydım. Sanırım bundan sonra bir orada,  bir burada yaşayacağım. Orada bulunduğum sürede sürekli gözlemler yaptım. Bazen de kıyaslamalar yapıp orta yolu bulmaya çalışarak, sorgulamalar, çözümlemeler de bulundum.

Malum çok büyük bir deprem yaşadık. Başından sonuna her şey çok ama çok acıydı. Yitip giden canlarımız, dağılan yüzbinlerce yuva, kimsesiz kalan binlerce çocuk, evsiz barksız kalan canlarımız, bir daha hiçbir zaman tam gülemeyecek yarım yürekler, ve sorumluluğu asla üstüne almayan, tek bir tanesi bile “ özür dilemeyen ,istifa etmeyen “ yöneticilerimiz.

Herkes bu konuda bir şeyler söylediği için  yorum yapmayacağım.

Ben mukayeselerimle yazımı sürdürmek istiyorum.

Amerika’ya gittiğimin 2. Haftasıydı. Kızımın arkadaşlarıyla birlikte yemeğe çıktığımızda tanıştım o iki gencimizle. İkisi de Türk olan gençlerimiz gittiğimiz restoranda garsonluk yapmaktaydı. Ülkemi bırakıp giden çocuklar nedense beni çok etkiliyor. Onların memleket garipliğini, analarının özlemlerini yüreğimde hissettiğimden olsa gerek daha bir hassasım gençlere.

Sordum çocuklara neden buradasınız?

Aynen onların ifade ettiği sözlerle yazıyorum.

“Biz ikimizde doktora öğrencisiyiz. Akademisyen olmak istedik ama  torpili aşamadık. Torpilimiz olmadığı içinde bir türlü akademisyen olamadık. Torpil de bulamayacağımız için, kalktık buralara geldik.”

İçim cız etti resmen!

Ülkemin pırıl pırıl evlatları, torpilsizliğin getirdiği ümitsizliğe yenilip el memleketlerine göç etmişti.

Türkiye’ye dönüp, arkasından deprem gerçeğini yaşayıp, Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın çadır satışı skandalı sonrası oğlunun gündeme gelmesiyle üzüntüm katlandı. Söylentilere inanmayıp kendim baktım Genç Kızılay Yönetim kadrosuna.

Evet, Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın oğlu Genç Kızılay Genel Başkan Yardımcısıydı!

Babası Başkan, oğlu genel Başkan yardımcısı!

Bu haksızlık değil midir?

Bu genç kardeşimiz nasıl Başkan yardımcısı olmuştu?

Bunca gencimiz hiçbir şey olamazken, babaları, anneleri, akrabaları başı tutmuşların çocuklarının, yakınlarının üçer beşer basamak atlaması hiç mi rahatsız etmiyor sizleri?

………………….

İstanbul’da yaşadığım sokakta bir belediye başkanı oturmakta.

Sabahları hep görürüm makam arabasını.

Şöförü o gelinceye dek bekler, beklerken de sürekli aracı temizler. Olurda bir toz tanesi aracın üstüne düşer de araç kirlenir diye.

Yaşadığım bölgede de  çokça kurum müdürü, yardımcısı vs olduğundan neredeyse her sokakta görürüm resmî plakalı makam araçlarını.

Trafikte de  rastladığım çakarlı  kurum makam araçlarının plakalarını hep okuduğumdan olsa gerek, çocukluğumdan beri plaka okuma takıntım olduğundan sürekli dikkatimi çeker makam araçları.

Yine Amerika da bulunduğum sürede benim gözler trafikte hep makam aracı aradı durdu. Sağa bakıyorum çakarlı araç arıyorum, sola bakıyorum makam aracı arıyorum.

Yok!

Bir tane bile yok!

Ama durumu da çocuklara çaktırmıyorum. Derken 30 Aralık günü uzaktan yanında iki flaması olan siyah bir Mercedes görünce sevinçle bağırdım. “ Aha da nihayet bir makam aracı!”

Ben öyle sevinçle haykırınca çocuklar başladı gülmeye…

-O makam aracı değil anne.

Aynaların üzerinde flamaları gördüm ya, itiraz ediyorum, hayır bakın makam aracı aynanaların yanında bayraklar var.

-Anne onlar bayrak değil, yılbaşı geldi diye araçların yanına asılan geyik boynuzu!

!!!!!!!!!

Velhasıl koskoca Amerika da bir tane bile makam aracı göremeden döndüm geldim!

Çünkü yoktu!

Oysa bizim Park ve Bahçeler müdürlerimizin bile makam aracı var.

Onların neden yok?

Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Onun da yorumunu varın siz yapın…