Sevgili okuyucular, çocukluğumuzun en güzel anılarını birlikte yaşadığımız, bize okuma -yazmayı, hayatı ve en önemlisi; erdemi öğreten öğretmenlerimizi, hiç unutabilir miyiz? Bu vesile ile sizlere, bir öğretmenimizin sıra dışı eğitim yolculuğundan bahsetmek istiyorum.
HOLEFTER’DEN OXFORD’A NASIL GİDİLİR?
Konuğum Prof.Dr. Osman (Cemil) Gürsoy
Yarım asırlık meslek yaşamında, mesleki donanımı yanında ahlaki değerleri ve karakteri de çok önemseyen, aynı zamanda bir matematikçi bilim insanı olarak Holefter’den Oxford’a, Stanford’a uzanan, akademik başarılarıyla uluslararası bilinirliği olan bir eğitimcimiz.
TAKA: Değerli hocam ilkokulun ilk yıllarında sessiz, sakin, kendi halinizde bir öğrenci iken, sonrasında, aniden gösterdiğiniz başarılarınızı, öğretmen okulu ve üniversite yıllarında da devam ettirmeniz, bu yörede uzun süre konuşuldu. Eğitime nasıl başladınız?
PROF.DR. GÜRSOY: Sevgili Turgut, teşekkür ederim. 1954 yılının güzel bir sonbahar günü evimizin önünden koşturan iki çocuk gördüm, ellerinde defterleri, okula gidiyorlarmış. Ben de onlar gibi bir çocuktum, meraklanıp peşlerinden gittim. Aniden Holefter’i görünce korkudan geri dönmek istedim, çok şaşırmıştım ama bir cesaretle, okulun bahçe kapısına kadar gidebilmişim. Büyük maceraydı benim için, daha 6 yaşında idim. İçeri giren öğrencileri şaşkınlıkla izlerken, bir öğretmen yaklaştı, “okumak ister misin”dedi. O an iyi ki arkamı dönüp kaçmamışım. Bu sözcükler tüm hayatımı değiştirdi. Bu iyi insan, elimden tuttu, sınıfta, ön sırada bir yer buldu, bir de defter, kalem. Böylece, uzun sürecek eğitim maceram başlamış oldu. Evdekiler bir hafta sonra inanabildiler okula gittiğime, defterdeki yazıları görünce ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
TAKA: Yüksek Öğretmen Okulu ve Üniversiteden mezun olduktan sonra, çok uzun bir meslek hayatınız oldu, biraz bahseder misiniz?
PROF. DR. GÜRSOY: Tabii ki, meslekte eğitim-öğretim ve bilim uğruna tam 54 yılım geçti. Bunun ilk 4 yılı liselerde Matematik öğretmenliği ve geri kalanı üniversitelerde akademisyen olarak geçti. Bu kadar uzun çalışma nedenim, bilim ve araştırmanın yanında, eğitim-öğretim yoluyla en büyük düşman, cehaleti, bir kişilik bile olsun, eksiltebilmek içindi. Doğru düşünebilme’yi, akıl yürütebilme’yi bir öğretebilsek insanlarımıza yeter de artar bile. Bunun en iyi yolu,bilindiği gibi,matematik muhakeme(akıl yürütme )süreçlerini öğretmekten geçiyor. Bizler bu okullarda, oldukça idealist eğitimciler olarak yetiştirilmiştik ama M.E.Bakanlığı’nda görev yaparken, bu idealizmi maalesef, hiç göremedik. Bu yüzden MEB’dan1973 te istifa ederek ayrıldım. Akademisyen olmaya karar verdim ve aynı yıl, KTÜ Matematik Bölümünde asistanlık kazanarak ilk adımı atmış oldum.(Oysa ki, AÜ Fen Fakültesinden mezun olmak üzere iken, hocalarımızın yaptığı asistanlık tekliflerini israrla reddetmiştik) KTÜ de uzun yıllar Matematik, Analiz ve Dif. Geometri dersleri yürüttüm.1979 da Diferansiyel Geometri alanında hazırladığım tezle, fen doktoru ünvanını kazandım. Daha sonraki yıllarda Matematiğe, Diferansiyel Geometriye ve Kinematiğe bilimsel katkılarım nedeniyle, Yardımcı Doçentlik, Doçentlik ve Profesörlük ünvanları geldi.
TAKA: Sayın Gürsoy izin verirseniz, araya girerek önemli bir şeyi sormak istiyorum. Sizden sonra Holefter’den veya civar köy ilkokullardan sizi takiben, öğretmen okullarına giren pek kimse olmadı, dikkatinizi çekti mi?
PROF. DR. GÜRSOY: Evet tabii ki, ilgisizlik, bilinçsizlik yani yine cehalet. Oysa ki, okullardaki idareci kadroların ve öğretmenlerin öncelikli ve en hayırlı görevlerinden birisidir bu. Aynı okulun müdürü ve öğretmeleri, O. Özer’den de görüp öğrenemiyor veya önemsemiyorlarsa,buna ne denebilir cehaletten başka. Tam da bu yüzdenbu bilinçli gerçek öğretmenimizi hiç unutmadık. İnsanlığın en büyük düşmanı cehalet çoğu zaman ; bilgili ve bilgisiz diye iki çeşittir. En tehlikelisi bilgili olandır. Her şeyi bilir ama idrak, bilinç ve bazan da ahlaktan yoksundur, ahkam keser,üst kademelerde, makam ve mevkilerde,bunlardan çok bulunur. Bilgisizlikten kaynaklanan cehalet ise daha masumdur. Öğretmen okulunda sınıflardaki öğrenci dağılımından Arsin, Araklı ve Yomra’da yok denecek kadar az öğrenci olmasına karşın,diğer ilçelerden beşer, onar kişi olduğunu görünce anlaşıldıki,o dönemdeki öğretmenlerimiz,yıllardır bu güzel fırsatı kaçıracak kadar ilgisiz ve habersizlermiş. Benin gittiğim yıl,1959 dan önce de, sonra da Holefter’den bu okullara öğrenci yönlendirildiğini hatırlamıyorum.
TAKA: Sayın hocam meslek yaşamınızdaki katkılarınıza dönebilir miyiz? Mesela Holefter’den Stanford Üniversitesine nasıl gidilir?
PROF. DR. GÜRSOY: Tabii ki. Doktora bitiminde, Oxford Üniversitesinin dahi matematikçisi M.F.Atiyah ile araştırma yapmak üzere, bir yıllık Unesco bursu kazandım. Tam gitmek üzere iken 12 Eylül,1980 darbesi geldi ve yurt dışı çıkışlar, ödenekler vs durduruldu. Sonrasında, matematikte yeni buluşları tarayan, dünyaca ünlü Alman Mathematischen Zentral blatt dergisinin baş editörü E.Weyl’den bir mektup aldım. Bir konferansta sunduğum bir çalışmam, dikkatini çekmiş, yayınlamak için izin istiyordu. Bu iyi bir motivasyon oldu. Çalışmayı yeniden yazıp, makale olarak bu defa, Stanford Üniversitesinde yayına hazırlanan, daha üst düzey MMT(Mechnismand Machine Theory) dergisine gönderdim. İlk defa KTÜ den gelen bu çalışmaya, biraz şaşırmışlar ama, yine de değerlendirmek üzere hakemlere göndermişler.
Dahası, derginin hakemliğine seçiliyorum ve baş editör Prof. Bernard Rothbeni birlikte çalışmak üzere, visiting professor olarak,Stanford Üniversitesi’ne davet ediyor. Tam o sırada Stocholm Technical University’debir araştırma yapmak üzere, Swedish Institute’nın en prestijli bursunu da kazanmıştım.
Stanford’dan izin alarak bir yıllığına İsveçte STU da araştırmalarda bulundum. Bunun önemli bir kısmında da Oxford Üniversitesinde M.F.Atiyah ile çalışma fırsatı buldum. Bu arada MMT de makalelerim yayınlanmaya ve her biri için ayrı patent anlaşmaları devam ediyordu.
2000 -2001 öğretim yılında bu defa visiting profesörlük davetiyle Stanford Üniversitesinde akademik araştırmalarıma başladım. Bu arada B.Roth ile beraber 2 ve 3 yıllık ar-geprojelerinde,yönetici olarak görev aldım. Orada dünya çapında birçok bilim insanı dostum oldu, hatta Bernard Roth ve Eşi sonraki yıllarda,KTÜ de ziyaretime geldiler. Rektörümüz ve senato üyelerimiz biraz şaşırmışlardı. Bu süreçte kendim ve ülkem adına defalarca gurur duyduğum yıllarım oldu. Ayrıca önerim üzerine, üniversitelerimiz arasında Lisansüstü Öğrenci Değişimi Anlaşması imzalandı. Benzer bir anlaşmayı Indiana Purdue University ile de yaptık. İyi bir şanstı öğrencilerimiz için, ancak her zamanki gibi öğrencilerimizin dil bilmeme sorunu nedeniyle bu fırsatlar da istenildiği gibi değerlendirilemedi. Sayın Turgut, Holefter’den Stanford’a, Oxford’a, Stockholm’e böyle de gidilebiliyor; üst düzey makaleler yayınlayarak, iyi bir burs kazanarak ve davet edilerek. Sonuç olarak, gözümüzde fazla büyütmeye de hiç gerek yok, orijinal ve kaliteli bir çalışmanız varsa, bütün kapılar açıktır,
TAKA: Çok doğru sayın Hocam. Şimdi biraz da ülkemizde bu işler nasıl gidiyor. Söyleşimizin sonunda deneyimli bir eğitimci olarak, önerileriniz olacak mı genç kuşaklara?
PROF.DR. GÜRSOY: Sayın Turgut, ülkemizde eğitimle ilgili söylenecek çok fazla şey var, Geçmişten bugüne kısa bir hatırlatma yaparak cevaplarsam:
-800’lü yıllarda, İbni Sina, Farabi, Harezmi ve sonrasında Ali Kuşçu gibi bilim insanları, akli bilimleri yani felsefe, matematik ve fen bilimlerini kullanarak, parlak bir dönemi başlattıklarını biliyoruz.
-1200 lerde ise medreselerden akli bilimlerin kaldırılıp, sadece nakli bilimlerin(dini metinlerin ezberletilmesi)okutulması sonucu, İslam ve Türk dünyasında 1930’lara kadar, fen bilimlerinde, literatüre girebilen, hiçbir bilimsel çalışma yapılamadığı da biliniyor.
-1920 li yıllarda, Atatürk’ün “En Hakiki Mürşit Bilimdir, Fendir, Gerisi Abesle İştigaldir” mealindeki ünlü söylemi, ülkemiz için çok önemli bir dönüm noktası olmuştur.
-Devamında Atatürk’ün 1933, Üniversite Reformu ve Nazi zulmünden kaçan, çoğu Alman,100’den fazla bilim insanını ülkemize kabulü ile yeniliğe ve gelişmeye açık bir bilim ortamı oluşturuldu. Bu bilim insanlarının kabulü için,Einstein’in Atatürk’e yazdığı bir mektup da vardır(internetten bakılabilir).
-İstanbul ve Ankara Üniversitelerin tüm bölümleri, bu bilim insanları tarafından kuruldu. Böylece 1200 lü yıllardan sonra ilk defa, akli bilimlere yeniden döndük ve literatüre geçen çalışmalar yapabilmeye başladık. (1920’li yıllarda Avrupa üniversitelerine gidenlerin yaptığı çalışmaların haricinde)
-Bu reformlar sonucu, bugün artık ülkemizde her alanda literatüre giren yüzlerce çalışma yapılmaktadır. Nitelik sorununu ayrı tutuyorum.
ÜLKEMİZDE EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNE
-En büyük ve öncelikli sorunumuz iyi ahlak sorunudur. Okullarımızdaki temel değerler eğitimi, yetersiz ve eksiktir. Milletimiz için, özellikle de müslüman olduğumuz için, ahlaki değerler ve karakter eğitimi çok, çok önemsemeli ve çocukluktan itibaren, mutlaka kazandırılmalıdır.
-Eğitim Sisteminde tüm kitaplarda ve yazılı belgelerde geçen, bütün tanımlar ve kavramlar, tam ve net olarak, yeni baştan açık, seçik (ne bir eksik, ne bir fazla kuralına göre)yazılmalıdır.
-Bir tanım, birden fazla anlama gelmemelidir. Çünkü, özellikle yönetim kademelerinde, kendi görev tanımının tam olarak bilincinde olan bir yönetici veya görevliye rastlamak zordur. Pek çoğumuz bu yüzden okuma- anlama özürlüyüz.
-Çok üst düzey yöneticilerimizde bile, genel kültür ve temel bilgi eksikliklerine, vatandaşlık, demokrasi, parlamenter sistem ve eğitimle ilgili kavramları tam olarak doğru bilmediklerine çok sıkça rastlanılmaktadır maalesef.
Kavram Yanılgıları’nın farkına varmak son derece önemlidir.
-Örneğin uzun yıllar halen rektörlük, dekanlık yapan yöneticilerimizin bile Eğitim ile Öğretim kavramlarını aynı şeymiş gibi algılamaları yıllardır ne yaptıklarını bilmemek anlamına gelir.
-Öğretim” bilgilendirir, Eğitim” ise bu bilgiyi uygulama becerisine ve alışkanlığına dönüştürür, (saha da, laboratuarda, havuzda, kokpit te,direksiyondavs), biri teorisi, diğeri pratiğidir.