İFTAR    SAHUR

TRABZON          18.29       05.08

RİZE                    18.25      05.05

ARTVİN              18.20      05.00

GİRESUN            18.34     05.14

GÜMÜŞHANE    18.30      05.10

BİR AYET

Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka tanrı yok, ancak O vardır. Bütün melekler ve ilim uluları da dosdoğru olarak buna şahittir ki, başka tanrı yok, ancak O aziz, O hakîm vardır. (Al-i İmran 19)

BİR HADİS

Kim Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna içinden gelerek şehâdet ederse, Allah onu cehenneme haram kılar

KELİME-i ŞEHÂDET

“Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh

Kelime-i şehâdet (kelimetü’ş-şehâde) İslâm dininin beş temel esasından birincisi olup “tanıklık etme ifadesi” demektir. Dinî bir terim olarak, “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna gönülden inanır, sözle de ifade ederim” anlamına gelen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” cümlesinin yerine kullanılır. Aynı veya benzer muhteva ile metinlerde bunun yerine “kelime-i tayyibe, kavl-i sâbit, el-urvetü’l-vüskā” terkipleri de geçer. Nitekim İbn Abbas, İbrâhîm sûresinin 24. âyetinde yer alan “kelime-i tayyibe”nin kelime-i şehâdete işaret ettiğini bildirmektedir (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, II, 530). Bazı kaynaklarda “kelimeteyi’ş-şehâde” olarak tesniye sîgasıyla da yer alan terkibin (Gazzâlî, I, 143) birinci kısmı zât, sıfat ve fiilleriyle bir olan Allah’a, ikinci kısmı Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, Allah’tan emir ve haberler getirdiğine tanıklığı ifade eder. “Resûlüh” sözü Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu ve O’ndan vahiy aldığını belirttiği gibi “abdühû” tabiri de onun Allah’ın kulu olduğunu ve meselâ hıristiyanların Hz. Îsâ hakkında yaptığı gibi onun tanrılaştırılmaması gerektiğini vurgular.

Burada “eşhedü” fiili kesinlik bildiren bir bilgi ve inancı dile getirir. İmam Gazzâlî kelime-i şehâdetin Allah’ın zâtı, sıfatları, fiilleri ve Hz. Peygamber’in sıdkının ispatı olmak üzere dört esas içerdiğini kaydetmektedir (a.g.e., a.y.). Kelime-i şehâdet, “Allah’tan başka ilâh yoktur” anlamına gelen kelime-i tevhidin başına “eşhedü” fiilinin eklenmesiyle meydana gelmiş olup muhteva itibariyle aralarında bir fark yoktur. Ancak kelime-i şehâdet özellikle tanıklığı (inancı ve bunu ifadeyi) vurguladığı için İslâm’a mensubiyeti belirtir. Bu iki cümle biraz farklı şekillerde Kur’an’da geçmektedir.

Âl-i İmrân sûresinde (3/18) Allah’ın, meleklerin ve ilim sahiplerinin Cenâb-ı Hak’tan başka ilâh bulunmadığına tanıklık ettikleri beyan edilir. Nisâ sûresinde de (4/166) Allah’ın ve meleklerin Hz. Muhammed’e inen vahye şahitlik ettikleri bildirilir. Hadislerde ise birçok yerde kelime-i şehâdetten söz edilmiştir. Bunların başında “Cibrîl hadisi” diye bilinen ve İslâm’ın beş temel esasını anlatan rivayet gelir ve burada ilk esas olarak kelime-i şehâdet zikredilir (Müsned, I, 319; Buhârî, “Îmân”, 2; Müslim, “Îmân”, 1). Şahitliğin mukabili inkârdır. Kâfirler ancak kelime-i şehâdetin muhtevasını kabul etmek suretiyle mümin vasfını kazanabilirler. “İslâm dininin toplu halde benimsenmesi (icmâlî iman)” anlamına gelen kelime-i şehâdet kişinin İslâm’a girmesinin ilk merhalesini teşkil eder, böylece o İslâm ümmetinden sayılır ve müslümanlara tanınan bütün hakları elde eder, bazı sorumlulukları da yüklenmiş olur. Bir kısım âlimler, Cibrîl hadisindeki sıralamayı göz önünde bulundurarak kelime-i şehâdetin özlerin özü ve bütün amellerin kendisiyle anlam kazandığı bir söz olduğunu, dolayısıyla kelime-i şehâdet getirmeden hiçbir amelin makbul sayılmayacağını söylemiştir.

Yahyâ b. Şeref en-Nevevî’nin de aralarında bulunduğu bazı âlimler ise hadisteki tertibi gözetmeden kâfirlerin bu hadiste geçen beş şartın tamamından sorumlu tutulduğunu ileri sürmüştür (Tecrid Tercemesi, V, 9). Mu‘tezile âlimi Kādî Abdülcebbâr dinî vecîbeleri söz-ibare ve bunların dışında olanlar diye ikiye ayırıp kelime-i şehâdeti birinciye, namaz, oruç, hac gibi amelleri ikinciye örnek gösterir ve her ikisinin de mârifetullahın arkasından geldiğini kaydeder.

Ona göre, dine herhangi bir zararın gelebileceği durumlarda kelime-i şehâdetin açıkça söylenmemesinin câiz görülmesi bunun mârifetullahtan sonra geldiğini ve dinî mükellefiyetlerden sayıldığını gösterir, dinî mükellefiyet ise mârifetullah, tevhid ve adl gibi temel esasların ardından gelir. Kādî Abdülcebbâr ayrıca kelime-i şehâdeti açıkça söylemenin sıdka ve kizbe ihtimalinin bulunduğunu, dolayısıyla onu ikrar eden kişinin benimsediği şeye aykırı bir davranış ortaya koyamayacağı hususunda derin bir şuura sahip olması gerektiğini ve ancak bu durumda yapılan şeyin dinî mânada güzel sayılabileceğini söyler (Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 41). Kelime-i şehâdet son hak dinin şiârı kabul edilmekte, günde beş vakit okunan ezanda ikinci ve üçüncü cümleler olarak yer almakta, iman esaslarını sıralayan Âmentü metni bu cümlelerle son bularak altı esas âdeta tasdik edilmekte, yeni doğan çocuğun kulağına bu cümleler okunmakta, İslâm’a girmek isteyen kişilerden, önce bu cümleleri söylemeleri istenmekte, ölmek üzere olan Müslümanlara kelime-i şehâdet getirmeleri telkin edilmektedir.

SORU CEVAP

SORU: Kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet ayetlerde geçer mi?

CEVAP: Kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet terimleri, iman esaslarının özünü ifade eden cümle için kullanılan birer tabirdirler. Kelime-i tevhid’in aslı “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah” cümlelerinden ibaret olup “Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir.” şeklinde Türkçe’ye çevrilir. Kelime-i tevhid, inanç esaslarının ve dolayısıyla dinin özünü oluşturan iki temel üzerine kurulmuştur. Bunların ilki Allah’ın yüceliğini ve birliğini, ikincisi de O’nun insanlarla münasebetini sağlayan nübüvveti vurgulamaktadır. Kelime-i şehadet ise, İslâm'a girişin temel şartı olan cümledir. Bu Arapça cümle, "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasûluh"tur. Şehadet cümlesi tevhidi ve Hz. Muhammed (asm)'in peygamberliğini ifade eden iki bölümden oluşur.

Birinci bolümde Allah'tan başka ilah olmadığına, ikinci bölümde de Hz. Muhammed (asm)'in Allah'ın kulu ve rasulü olduğuna tanıklık edilir. Bu tanıklık kesinlik kazanan bir bilgi ve inancın dille açıklanması anlamındadır.

Kelime-i şehadet-i söyleyen kişi Müslüman ve İslam toplumunun bir üyesi olur. Artık İslâm hukukunun Müslümanlara tanıdığı tüm haklara sahiptir.

Kelime-i tevhidle aynı niteliği taşıyan kelime-i şehadet, İslâmiyet’in Allah’ın birliği ve Hz. Muhammed (asm)’in nübüvvetinden ibaret bulunan iki temel ilkesini içerdiğinden bazı kaynaklarda “kelimeteyi’t-tevhîd” ve “kelimeteyi’ş-şehâde” biçiminde tesniye sıgasıyla anılmıştır. (Meselâ bk. İhya, I, 117)

Bu iki ilke bir arada Kur'an’da bulunmamakla birlikte birinci ilke otuz yedi ayette yer almaktadır. Bunların üçü “lâ ilâhe illallah”, otuzu “lâ ilâhe illâ hû”, üçü “lâ ilâhe illâ ene”, biri de “lâ ilâhe illâ ente” şeklindedir. (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “İlâh” md.)

İkinci tabir olan Muhammedün resûlullah ise bir ayette kelime-i tevhiddeki biçimiyle (Feth 48/29), iki ayette de unsurlarını Muhammed ile resul kelimelerinin oluşturduğu farklı cümlelerle tekrarlanmıştır. (Âl-i İmrân 3/144; Ahzâb 33/40)Bir ayette de kendisinden sonra bir peygamberin geleceğini müjdeleyen Hz. Îsâ’nın ifadesinde Resûl-i Ekrem’in Ahmed ismine resul vasfı nisbet edilmiştir. (Saf, 61/6)

Kur'an’da ilim sahiplerinin Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik yaptığı belirtilir. (Âl-i İmrân, 3/18)

KISSADAN HİSSE

DÜNYAYI DÜZELTMEK İÇİN

Akçaabat Kent Konseyi’nden Anlamlı Ziyaret! Huzurevindeki Kadınların Yüzü Güldü Akçaabat Kent Konseyi’nden Anlamlı Ziyaret! Huzurevindeki Kadınların Yüzü Güldü

Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:

– Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi. Sonra düşündü:

– Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:

– Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi.

Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu.

Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:

-Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!

Kaynak: Haber Merkezi