Deprem sonrasında başta twitter olmak üzere sosyal medyanın, iki tarafı keskin bir bıçak misali olduğu olumlu ve olumsuz örneklerle bir kere daha görüldü. Sosyal medyanın kurtarma ve yardım çalışmalarında ne kadar faydası olduysa dezenformasyon (yalan yanlış bilgi) yayma konusunda da bir o kadar zararı oldu maalesef. Böyle büyük can kayıplarının ve tarifsiz acıların yaşandığı bir felâketi sosyal medyada algı operasyonlarıyla başka taraflara çekenler, yakın gelecekteki seçimleri hesap ederek buradan oy devşirmeye çalışanlar en iyimser ve hafif tabirle ayıp ediyorlar. Aslında bu bir ayıptan öte bir insanlık suçudur. Keşke bu kişiler birilerine iftira atacaklarına, nefret kusup salya akıtacaklarına enkaz altında kalan insanlara uzanan el olmayı, bir an evvel derin bir nefes almalarına vesile olmayı deneselerdi. Fakat malumdur ki iyilik de bir vicdan ve nasip işidir. Bundan herkesin payı yoktur.
Bu acı ve kederli günler suçlu arama günleri değildir, yaraları sarma ve şefkat günleridir. 29 Haziran 1939'da kendi rızasıyla Türkiye Cumhuriyeti devletine katılan Hatay'ın evlâtlarını, Tahir Sökmenoğlu'nun torunlarını; 31 Ekim 1919'da Türk milletini ayağa kaldırıp, "Kahraman" unvanını alan Maraş'ın evlâtlarını, onun yolbaşçısı Sütçü İmam'ın torunlarını enkaz altından kurtarma günüdür. Bu günler birlik beraberlik ve dayanışma içinde olma günleridir. Yaralar böylesine taze iken onları kanatmak vicdansızlıktır. Bu demek değildir ki aziz milletimizi acılara boğan, on binlerce insanımızın ölümüne sebep olan bu büyük felâkette bariz ihmalleri olanlar tespit edilip cezaları verilmesin. Elbette onlar da olmalıdır, olacaktır da. Fakat şimdi öncelik can kurtarmak ve yara sarmaktır. Hataların muhasebesini yapma, suçluları tespit etme, ihmali olanları belirleme ve gereğini yapma zamanı da gelecektir.
Bu depremde herkes şunu gördü ki, bireysel veya kolektif olsun, düşmanlar darbe indirmek istedikleri hedef ülkenin en zor zamanını bir fırsat ve ganimet olarak kollamaktadır. Onların gözleri vardır ama hakikati göremezler, kulakları vardır hakikati duyamazlar. Hepsinin de vicdanları pas tutmuştur. Bu zalimler bir ülkenin en zor zamanlarında ona son darbeyi indirmenin fırsatını kolladılar. Alçakça bir psikolojik harekât gerçekleştirdiler. Bu kapsamda yeri geldi arama ve kurtarma ekiplerini alâkasız yerlere yönlendirdiler, yeri geldi yardım gerekmeyen yerler için ‘acil yardım’ çağrıları yaptılar. Allah müstahaklarını versin.
Ölümle birlikte hayatın kepenklerini kapatırız farklı bir boyuta geçene kadar. Fakat insana verilen sonsuz yaşama arzusunun elbette bir karşılığı vardır ötelerde. Lezzetleri acılaştıran ölüm, en büyük adalettir aslında. Zira hiç kimseyi ıskalamaz. Makamımız, mevkiimiz, şöhretimiz, zenginliğimiz her ne olursa olsun o, vakti gelince mutlaka uğrar kapımıza. Efendi-köle ayrımı yapmaz. Ölen kişi bir yanımızı da alır götürür beraberinde, ortak hatıralar toprağa taşınır bir anlamda. Dünyadaki kişi, ölen dostuyla birlikte ortak paylaşımlarını da toprağa gömmenin derin acısını ve sızısını yüreğinin derinliklerinde hisseder. Bu durum, geride kalanların acısının katmerleşmesi neticesini de beraberinde getirir.
Ölümü bir hicran olarak görsek de aslında bir vuslattır ölüm… Fenadan bekaya uzanan muhkem bir köprü… Kimler geçmedi ki bu köprüden… Bu köprüden geçmemeye çare var mı? Hem bu dünya terk edilmeyecek kadar cazip mi sanki? Cennet hayatıyla bu dünyayı kıyaslamak bile abestir. Durum bundan ibaretken niçin bu kadar soğuk karşılarız ölümü?
Ölümden sonra, geride hoş bir seda bırakabildiysek kederlenmeye ne hacet var? Rahmetle anılmak kadar büyük bir nimet var mıdır? Bunu yaşarken hesaba katanlar ve o minvalde yaşayanlar hiç unutulmazlar. Ne mutlu öldükten sonra rahmetle anılanlara!....
Her ölüm, aslında gelecekte vuku bulacak kendi ölümümüzü hatırlatır bize. Biraz da bu yüzden hüzünleniriz. Ölüm hep gündemimizde olmalı… Zira “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz” hadisini unutmamak lâzım. Ölümü unutursak gaflet uykusuna dalabiliriz.
Dostlarımız dünyadan birer birer göçünce aslında hep bir yanımız eksiliyor. Biraz daha azalıyoruz gün geçtikçe. Hâlleşecek, dertleşecek ahbap bulamaz duruma geliyoruz.
Yüce Allah, biz kullarını imtihan etmek için dünyaya göndermiştir. Ruhumuza beden elbisesini giydiren Allah, ömrün nihayetinde, bedene hayat veren ruhu çekip alacaktır. Artık bedenin bir mânâ ve ehemmiyeti kalmayacaktır. Zira hakikatte tenin hiçbir önemi yoktur. Bedene hayat veren ve onu farklı kılan ruhtur. Onun içindir ki ruh yoksa hayat da yoktur.
Hakiki mânâda akıllı insan, ölüm vakti gelmeden nefsini öldürür. Keza Peygamberimiz: “Ölmeden evvel ölünüz” diyerek bu hususa atıfta bulunmuştur. Kişi ebedî hayata hazırlıklı olmalıdır. Kış mevsimine odunsuz ve kömürsüz giren bir insanın hâlini bir düşünün! Bir mevsimi rahat ve huzur içinde geçirmek için yaz boyu hazırlık yapan bir kişinin, ebediyen yaşayacağı ahiret için hazırlık yapmaması ne kadar akılsızca bir harekettir.