Havalar neden böyle birden soğudu düşünüyordum ki, yarım saat içerisinde iki sevdiğim dostumun ölüm haberini alınca sarsıldım. Altı ay önce telefon ile kendisiyle konuşamasam da çocukları aracılığı ile sağlığının iyi olduğu haberini almıştım. 

Saatlerde akrep ve yelkovanın talaşının dindiği bir demde Duayen Haydar Gedikoğlu’ ve kısa bir süre önce telefonla sağlık durumunu sorma fırsatını bulmuş olduğum Yaşar Kamçı’nın ölüm haberlerini aldığımda anlatılması olanaksız bir hüzün girdabında kendimi kaybettim. Belki haddimi aşarak soğuk bir kavram olan “ölümü” seslendirdim. Ünlü düşünür Cicero’nun ölüm ile alakalı olarak “ruhu hazdan, bedenin hizmetkârı ve uşağı olmaktan kurtarmamız gerekir. Böylece onu bedenden bütünüyle çekerek kendi varlığına dönmeye çağırılmış” tılar sözlerini hatırlattılar. 
 
Yıllar önce Akçaabat Folkloru ile ilgili araştırmalarım sırasında Akçaabat’ta Öğretmen evinde tanımıştım H. Gedikoğlunu kendisini. Bilge, babacan ve inandırıcı bir söylemle onunla dostluğumuzun kapısını aralamıştık. Zamanın akışında büyülü bir efsanevi çiçek gibi büyüttü bu sevgiyi karşılıklı, o çiçekler güçlü bir dostluk şeklinde meyveye durdu. Dost, sırdaş derken iki yarene dönüştürdük çiçeklerin meyvesini. Onda insanın yalnızlığına rağmen nasıl inançla yaşamın zorluklarına onurlu direnişe şahit olduk. Dinledim onu fırsat buldukça. Her sözü sonradan bilgi bahçemde lezzetli meyvelere dönüştü. Halit ziyanın dediği gibi “Yaşam, kayıplar ve kazançlarla dolu bir serüvendir”.

Ruh dünyama gizemli şekilde girmiş olan bir başka dost Yaşar Kamçı da bir toplantıda hızlı hızlı fotoğraf makinesinin deklanşörüne dokunurken girivermişti, sessiz sedasız. Duygu bu, insan farklı kişilerle de aynı hisleri yaşayabilir, gönül sayfasına bir başkasını da ekleyebilir. Kısa bir sohbet ile başlayan dostluğumuz kısa bir zaman dilimini içermiş olsa da gönüllerimizde bıraktığı sevgi ve saygı anlatılmazdı. Ölümünden dört gün önce kendisiyle telefondaki sohbetimizde nefes almakta zorlandığını anlayıp istem dışı bu sohbeti helalleşerek tamamladık. 

 Erdem Bayezid’in dediği gibi “Biliyorum oruçlu doğar insan, Ölümün iftar sofrasına” varlık ve yokluk arasında kısır bir döngüdür yaşamak. Haydar ve Yaşar ağabeylerin doyulası bir sohbet daha yapamadan sessiz sedasız yaşama veda edişlerine üzüldük.  Akif Paşa’nın : “Beden toprak mı olacak, ne olacak / o beden (ler) o toprakta nasıl yatacak?” Bu ilahi bir muamma o kemale akıl ermez ancak onlar ebediyen gönüllerde yaşayan kalacaklar. Bizler de akrep ve yelkovanın sükûta teslim olduğu bir zaman diliminde sizlerle yeniden tanış olacağız. Onlar ölüm atlarına binip gitti, arkalarında hoş bir seda bıraktılar. Kabirleri nur, mekanları cennet olsun.