Her savaş ve işgalde olduğu üzere savaşın yarattığı zenginler vardır. Birileri millet ve vatan için severek düşünmeden canını feda ederken, bazıları ise bu durumu ganimete dönüştürmek isterler. Tıpkı istiklal savaşında olduğu gibi. Şimdi sokaklarda bıyık burup ayakkapılarına gururla basanlar utanma ve ar yoksunu kişiler olarak belleklerde yer ettiklerinin farkında değiller.

Doğu Karadeniz Rus donanmasının kontrolü altında idi. Katır ve at gibi hayvanların kontrol altında tutulması nedeniyle bölgeye insanlık için onur ve haysiyet meselesi doğal olarak yoklar arasında idi.  Tüm bu yoklukların yanında bazı güçlü kişilerin halkın bu zelil durumundan yararlanarak topluluk üzerinde otorite kurmaları unutulmaması gereken bir durumdu. Örneğin Beşikdüzünde Beşiruğun Ahmet arkadaşları ile uygun bir yerde böyle bir operasyonda bulunduğunda arkadaşları geçenleri soyarken bir ara birisi ona seslenir. Ağa, bunun ekmek parası var bunu serbest bırakalım mı diye sorar. Beşiruğun Ahmet ona cevaben ula nesi varsa soyun alın, biz buraya Allah için soygun yapmaya gelmedik ya diye yanıt verir. Öyle de yaparlar.

Canlı bu midesine bir şeyler girmeliydi: Bu nedenle gücü yettiğinden ne varsa zorla alırdılar. Bu arada eli silah tutanlar silah altına alınıyor ve orduya katılıyordu. Bağ bahçe ve bostanı işleyecek kimse yoktu. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı. Millet domuz lahanası ve zukra (Mısırın tanelerinin sıralandığı kısım), fındık kabuğu ve fasulye öğütülerek kaynatılıyordu. Tütün ise gizli olarak ve kaçak şekilde at sırtında dağdan dağa geçilerek şehir dışına satılıyordu. Kaçakçılık adeta bir mahir meslek haline gelmişti. Köylerimizde bu olayların canlı tanıkları mevcuttur.

Şeker ancak ilaç için kullanılan bir mal olmuştu. Çay yerine kurutulmuş ayva, armut ya da ıhlamur yaprakları demleniyordu. Gazyağı yerine kandillerde zeytinyağı, balıkyağı yakılıyor. Yoksullar aydınlık için çıra yakıyordu. Uzun bir zaman köylerde bu işler sürdürüldü. Ticareti elinde bulunduran ve imtiyazlı görülen Rumlar, Ermeniler ve birkaç Türk Fırsat bu fırsat diyerek vatandaşın elinde ne var ise ucuza hatta garibansa döverek elinden alınıyordu. Fark etmiyordu Ermeni, Rum ve Türk tüccarlar işgalden önce depolarında bulunan malları azar azar piyasaya sürüyor istediği fiyata satıyorlardı. Her türlü gıda ve ihtiyaç maddesi karaborsaya düşmüştü. Örneğin şeker 100 kuruştan 260 kuruşa, Mısır 4 kuruştan 20 kuruşa, buğday unu 6 kuruştan 30 kuruşa, zeytin 10 kuruştan 30 kuruşa, et 9 kuruştan 45 kuruşa, tereyağ 25 kuruştan 250 kuruşa çıkmıştı. Bu durumu fırsata dönüştürenler vardı elbette.

Elbette ki bu acımasız, merhametten uzak insanlar olup biteni dahası yaptıklarının bir hak olduğunu düşünüyordu. Milletten kasbettikleri mallar ile varlıklarını şişiriyor sonra savaş bitince de saklandıkları yerden çıkarak ahlak havarisi kesiliyorlardı.