Daha çok emekliler var sağda solda... Görüntülerinden ve konuşmalarından anlıyorsunuz çünkü siz de onlardan birisiniz. Hava güzel olunca tüm banklar dolu, konu belli: Bayram harçlığı... Daha fazla bekleniyordu aslında. Son tahlilde bir müdahale olacağını söyleyenler de az değil.

Bugün sadece etrafı izlemekte kararlıyım, kimselerle konuşasım, tartışasım yok.
Bir anda yeni yazdığım oyunla ilgili yeni şeyler gelince aklıma...
Her zaman yaptığım gibi telefonuma yazıyorum.
Tam da dünya ile irtibatımın kesildiğini sandığım anda...
"Kardeşim, biri 112'yi arasın ya..."
O anda yerde yatan genci gördüm.
Anlattıklarına göre bir anda yere yığılmış, üstü başı da temiz sayılır.
Yeniden "Kardeşim, biri 112'yi arasın ya..." sözü, "sen arasana kardeşim"le kesildi.
Daha fazla dayanamadım, 112'yi çevirdim.
Durumu anlattım, bulunduğum yeri tarif ettim.
"Ayrılmayın, sizi ilgili birime bağlıyorum" gibi şeyler duydum. Sonra?
"Kan var mı?"
"Ayağa kalkabiliyor mu?"
Derken iki zabıta yetişti imdadımıza.
Telefonu verdim, "anlatın" dedim.
Çok uzun sürdü telefon trafiği.
Bu gibi durumlarda ambulans gönderilmiyormuş.
Genç zabıta, yerde yatan genci kaldırdı, banka oturmasını sağladı. Adını soyadını sordu, genç, bir türlü soyadını söylemedi. Belki adı da öyle değildi.
Kalabalık biraz daha arttı, genç bir hanım yaklaştı, "daha fazla iç, bizi de yorma" diye tatlı sert  uyarıda bulundu.
"Ya o yana ya bu yana" diye de son noktayı koydu.
112'yi ilk arayan olduğum için bir anda görüş ve önerilerin hedefi haline geldim.
"Aile kurumu bitmiş!"
"Eğitim eğitim eğitim..."
"Şimdi polis alacak bu genci, AMATEM'e götürecek."
"O iş öyle olmuyor işte. Vatandaşın rızası yoksa götüremiyor."
Derken, nasıl oldu anlamadım bile... Bir anda Suriye’deki son gelişmelerin ortasında buldum kendimi.
Meydandan ayrılmanın zamanı gelmiş de geçiyordu bile.
***
Bir kere daha gördüm ve anladım ki kestirme yolları seviyoruz.
Genç sayılabilecek emekliler ordusu dahil herkes suçlama şampiyonu olup çıkmış.
Hemen yakındaki resim sergisine vardım, meydandakilerden hiçbirini göremedim.
Kütüphaneye gittim, orası da öyle...
Bu hal, hal değildi aslında.
Kolayına kaçmak, suçlamakla bir yere varamıyordunuz.
Kültür ve sanattan ne kadar uzaklaşıyorsanız o kadar keskin çizgilere sahip oluyorsunuz, bağırıp çağırıyorsunuz.
Yaptığımız ve konuştuğumuz şeyler, incir çekirdeğini doldurmuyor.
Bu kısır döngüden mutlaka kurtulmalıyız.
Öyle hemen olmayacağını da bilerek...
Ne diyelim?
Kore'ye yardım etmemizin üzerinden yetmiş yıl geçmiş ve durum ortada.
Konuşuyoruz konuşuyoruz ama boş konuşuyoruz.
Halimize bakıp üzülmek de yeterli değil.
Bozulma süreci uzun sürdüğü için düzelme de hemen olmayacak.
Yani!
Birbirimizi yok yere kırmaya, üzmeye devam edeceğiz.