Toplumların deprem, savaş, yangın ve sel gibi değişik felaketler karşısında birlik ve beraberlik içerisinde olma zorunluluğunun olduğu zamanlar vardır. Bu sayede zorluklar daha kolay aşılır, çözüme kavuşturulur. Bu sayede ortaya çıkan yaralar daha fazla derinleşmeden tedavi edilmiş olur.
Daha önce 1912'de "Mürefte”, 1919'da "Ayvalık”, 1930'da "Hakkari", 1992 “Erzincan”ve 1999 yılındaki“Gölcük (Kocaeli)” depremleri millet olarak belleklerimizde silinmez izler bırakmış olan doğal yıkımlardır. Her seferinde ortaya çıkanlar tecrübe adına bir fırsat yaratmış olsa da ne yazık ki, gerektiği kadar ders çıkarmayı beceremedik. Acıların kısa bir süre sonra unutulma gibi bir özelliği var. Dileklerle geçiştirilemeyecek bu tür büyük felaketler ciddi bir bilimsel dayanağın olması gerektiğine işaret ediyor. Yıllardır bilim adamlarımız bağırıp çağırmaktalar ve hele de kamuoyunu uyarmaktalar. Bilim adamlarının açıklamaları kulak ardı edilmemeli.
Bu o acıların ortak şekilde duyulması gereken bir demde akortsuz ses misali her kafadan bir ses çıkması konunun ciddiyetine zarar verdiği gibi alınması gereken tedbirlerin kulak ardı edilmesine de zemin yaratmaktadır. Halk duyarlılığının her türlü yaklaşımı bertaraf ettiğinin son örneğini yaşamaktayız. Kış mevsiminin dondurucu soğuğunda evsiz kalan yüzbinlerce vatandaşımızın ortaya çıkan sorunları ne kadar tez çözüme kavuşturulsa, vicdanlar o kadar daha tez rahata kavuşur.
Türk halkı bu elim facia karşısında kendisine yaraşır bir duyarlılıkla felakete maruz kalmış kardeşlerinin yaralarını sarabilmek için seferber oldu. Duygusal anlar üst demde yaşandı. Hüzünler katmerleşerek yayıldı. Enkazlardan feryat ve ağıtlar yükseldi. Yüreklerimiz dağlandı. Olası Marmara depremi için yapılan uyarılar karşısında gerekli hassasiyet gösterilmeli. Artık millet olarak gönlümüzü kanatan ağıtları duymayalım lütfen. Konu ile alakalı elden ne geliyor ise yapılmalı. Millet olarak el ele vererek bu yıkımı da aşacağız. Milletimizin kalbindeki acıları dindireceğiz. Buna yürekten inanıyorum.