Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu günahlardan kurtuluş olan ramazan ayı Müslümanlar için bir farkındalık ayıdır. Bu mübarek ayda hayatımıza baştan sona kadar çekidüzen vermeliyiz ve hayatımızı temize çekmeliyiz.

Zira akıllı insan mahşer günü hesaba çekilmeden evvel, iş işten geçmeden, ruh bedenden ayrılmadan kendini hesaba çekmelidir.

Müslüman sadece ramazanda değil her ayda ve her günde kulluk bilinci içerisinde yaşamalıdır. Fakat şu da bir hakikattir ki ramazan kulluk eyleminin daha bir yoğunlaştığı aydır. Bu ayda tuttuğumuz oruçlar ruhumuzu ve kalbimizi adeta yeniden diriltir. Okunan mukabeleler, kılınan teravihler, aileyi ve dostları bir araya getiren iftarlar ve sahurlar bu dirilişi destekler. Bütün bunların neticesinde de bayram sevinciyle kulluk zevki doruğa çıkar.

Yüce kitabımız  Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki ittika (korkup sakınma) edesiniz.” (el-Bakara 2/183) buyrulmaktadır. Bu da gösteriyor ki kulluk bilincine ulaşmada orucun apayrı bir yeri ve önemi vardır. Çünkü insan oruç tutmakla, bir ay boyunca günün belirli saatlerinde bedensel arzularına kem vurmaktadır. Böylece kulluk iradesini ve kararlılığını ortaya koymaktadır. Bir anlamda da nefsini terbiye ve tezkiye etmektedir. Böylece inandığı o büyük kudretin Rab, kendisinin de kul olduğunun farkına varmaktadır. Böylece kulluk şuuruna sahip olan insan, mühim bir gerçeği teslim etmektedir. Ramazan ayı boyunca teravih namazı kılmak, mukabele okumak ve itikafa girmek gibi ibadetlerle bu farkındalık daha da artmaktadır.

Ramazanı hakkıyla ve lâyıkıyla idrak edenler, açlıkla sınanmanın ne demek olduğunun farkına vararak Rabbimizin çokça bahşettiği nimetlerin kadrini bilmektedir. Hâli vakti yerinde olanlar, sene boyunca istediğini yiyemeyen kişilerle empati kurarak yokluğun anlamını daha iyi anlamaktadırlar. Hayatında sınırlı bir zaman diliminde olsa dahi hiç aç kalmamış bir zengin, gün boyu oruç tutmakla yoksulun ve fakirin hâlini daha iyi anlayabilmektedir. Böylece zenginler, kursağından et geçmemiş fakirlere karşı çok daha merhametli ve cömert olmaktadır. Bu da çok arzuladığımız toplumsal dayanışmayı ve İslâm kardeşliğini beraberinde getirmektedir.

Yılın diğer vakitlerinde de verilebilen zekât daha çok ramazanda verilmektedir. Çünkü zekâtla birlikte Müslümanlar arasında dayanışma ve bağlılık duyguları pekişmektedir. Bu da her zaman arzuladığımız muhabbet ve kardeşlik duygularını artırmaktadır.

Yılda bir ay ifa ettiğimiz oruç ibadeti, vahyin iniş sürecinde namaz ve zekâttan sonra gelmektedir. Bunun hikmeti kulluk bilincinin belli bir kıvama gelmiş olmasının gerekliliğidir. 

Oruç, insanı ruhen kemâle erdirir. Oruç tutan kişi hâl ve hareketlerini dine dayandırır, dininin izin vermediklerini yapmaz. Bu da İslâmî kimliğin birçok şeyden fedakârlık yapma şartını ortaya koyar. Bu da tuttuğumuz oruçları avam orucu seviyesinden havas orucu seviyesine çıkarır.

Gerçek mânâda tutulan oruç, açlık çekmek ve bedenî arzulardan uzak durmak değildir. Bu orucun sadece şekli mânâsıdır. Havas orucu tutanlar gözlerinden kulaklarına, dillerinden midelerine kadar bütün azalarına da oruç tuttururlar. Bu kâmil anlamda havasın oruçtur.

Oruç ibadetini bütün hassasiyetleri göz önünde tutarak yerine getirenler, sadece midelerine odaklanmazlar. Midelerinin yanında gözlerine de, kulaklarına da oruç tuttururlar.  Onlara göre sadece yeme içme değil yalan söyleme, gıybet etme, adil davranmama da orucu bozar.  Orucun hakiki mânâsını kavrayanlar, bu istenmeyen davranışlardan behemehâl uzak dururlar.