“Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metrekarelik yere sığmak zorunda kalacağını fark etmeli insan” dedi üstat Can Yücel
Sahi anne karnına sığan insan, neden koskoca dünyaya sığamıyor
Ve en sonunda neden bir metrekare toprağa sığınmak zorunda kalıyor.
Hiç düşündünüz mü?
Koskoca dünyaya neden sığamadığımızı ve en sonunda bir metrekare toprağa sığınmak zorunda sığacağımızı fark etmeliyiz artık.
Eninde sonunda hepimize lazım gelen iki metrekare toprak değil mi?
Onun için olduğundan daha fazlası için para kazanmaya veya harcamaya gerek yok üstadım.
O kadar hırsa gerek yok yani anlayacağınız.
İnsan, minicik bir bedende başladığı hayat yolculuğunda, büyüdükçe genişlemesi gereken ruhunu ne yazık ki daraltarak sürdürüyor.
Doymayan bir hırs, hiç bitmeyen bir koşuşturma, hep daha fazlasına uzanan eller.
Ama ne için?
Hayat dediğimiz şey, çoğu zaman koşuşturmacalarla, bitmek bilmeyen arzularla, sahip olma hırslarıyla geçmiyor m?
Daha çok para, daha büyük ev, daha lüks arabalar, daha fazla statü.
Ne kadar basit ve ne kadar anlamsız ve kaçınılmaz bir gerçek bu.
Ama biz maalesef bu gerçeği unutarak yaşıyoruz.
Sanki sonsuz vaktimiz varmış gibi, sanki bu dünya sonsuza dek bize aitmiş gibi.
Oysa Can Yücel'in o derin ve sade sözleri, insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor.
“Anne karnına sığan insan, koskoca dünyaya neden sığamaz?”
Düşünmemiz lazım.
Bir annenin karnına sığan, minicik bir canlı hayat boyu giderek büyüyen ama bir türlü doymayan bir iç boşluğa saplanmıyor muyuz?
Yetmiyor, doymuyor, daha fazlasını istiyoruz.
Ama günün sonunda, bütün yollar aynı yere çıkıyor.
İki metrekarelik toprağa.
Ne evin büyüklüğü fark ediyor orada, ne malın mülkün, ne de şöhretin.
O toprağın altında herkes eşit, herkes sessiz, herkes yalnız.
Uyanmalıyız aslında
Hayat bu kadar karmaşık değil.
Biz neden bunu fark edemiyoruz
Sahip olmak için değil, yaşamak için gelmişiz bu dünyaya.
Sevmek için, paylaşmak için, sahip olduğumuz değil paylaştığımız bizimdir dediği gibi Kuzeyin Oğlu Volkan Konak’ın
Nefes alıp o nefesi kıymetli kılmak için gelmedik mi bu dünyaya.
Ama biz çoğu zaman bu asıl amacın uzağına düşüyoruz.
Kendimize dönüp bir sormalıyız,
Gerçekten neyin peşindeyiz?
Gerçekten bu kadar stres, bu kadar kavga, bu kadar yarış niye?
Hepimizin sonu belli.
Belki bir ağaç gölgesi altında, belki taş bir mezarın içinde, ama her hâlükârda sadece iki metrekare toprak.
İşte bu farkındalıkla yaşamak gerekmez mi hayatı.
Daha az hırsla, daha çok sevgiyle.
Daha az “ben”, daha çok “biz” ile.
Çünkü sonunda herkes aynı sessizliğe kavuşuyor.
Ve geride bıraktığın ne servetin, ne unvanların.
Sadece yaşattığın güzellikler, gönüllerde açtığın izler kalıyor.
Hayat geçici, ama insanlığımız kalıcı olmalı.
O yüzden gerçek zenginlik, kalplerde yer edinebilmektir.