Asrın felâketi ismiyle maruf zelzelede on binlerce insanımız ölse de, binlerce ev yıkılsa da bizim inancımızda ve irfanımızda yiğit düştüğü yerden kalkardı. Biz de bu duruma nasıl düştüysek Hak'tan ve halktan yardım dileyerek öyle de milletçe kalkacaktık.
Derdest olan mekânlarımızı, richter ölçeğini zorlayan acılarla sarsılan yüreklerimizi ve bizi ayakta tutan hayallerimizi ilk günkü aşkla yeniden onaracaktık. Yaşama azmimizi diri ve iri tutacaktık. Çünkü bizler büyük ve kadim bir millettik. Bizler İslâm ümmetinin gözbebeğiydik. Mevlâna'nın deyimiyle "Sanmasınlar yıkıldık, sanmasınlar çöktük/Bir başka bahar için sadece yaprak döktük." Biz pes edemezdik. Aksi halde yarınların sahiplerine hesap veremezdik. Bizim "emr-i bi'l-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker" anlayışıyla Türk-İslâm güneşinin Tanrı Dağları'ndan doğup Adriyatik Denizi'nden batmasını sağlamak gibi bir idealimiz vardı. Onun içindir ki felâketten sağ kurtulanlar küçük sıyrık ve yaralarına bakmadan, kış ve soğuk demeden enkaz altındaki kardeşlerinin yardımına koşmuşlardı. Zira empati yapmanın ne kadar ehemmiyetli ve insanî bir duygu olduğunu o kısa enkaz tecrübelerinden anlamışlardı. Yaşatmanın, en az yaşamak kadar keyifli ve asil bir duygu olduğunu bizzat görmüşlerdi.
Deprem sonrasında insanların giyimine kuşamına, rengine, cinsiyetine, düşüncesine, köklerine ve kökenlerine bakmadan Türkiye olarak hep bir ve beraber olduk. Pergelin sivri ucunu insan merkezine koyarak 360 derece döndürdük. Şefkat ve merhamet bağıyla bağlandık birbirimize. On bir ilin acısı 81'e bölündü. Coğrafyamız zemheride buz tutsa da kalplerimiz birbirine alabildiğine ısındı. Sevgi ve merhamet çırasıyla ışıdı ve ısındı gecelerimiz. Böylece elimizden geldiğince acıları ve yanan kalpleri söndürdük. Umutların yeşermesi için bir olduk.
Yürek yakan görüntülerle insanın içini ısıtan görüntüler yan yanaydı o dehşetli demlerde. Olan biteni korkulu ve meraklı gözlerle anlamaya çalışan çocuklar, kumbaralarında biriktirdiklerini paylaştılar acının vurduğu kardeşleriyle. Hayvancılık yapanlar ineğini, koyununu satıp parasını gönderdi ihtiyaç sahiplerine. Maharetli ev hanımları ördükleri kazak, atkı ve bereleri ulaştırdılar derme çatma çadırlarda soğuktan tir tir titreyen ailelere. İkinci evi olanlar hiçbir maddi karşılık beklemeden evlerini tahsis ettiler evsiz kalanlara. Tek evi olanlar da bir göz odalarını onlara ayırdılar. Aynı sofrada Allah ne verdiyse ondan kardeşçe yediler. Tandırı, kuzinesi olanlar ekmek pişirip gönderdi ekmeksiz kalan kardeşlerine. Bu bir merhamet seferberliğiydi. Bu bizi biz yapan değerlerin dirilişi, ruhların insicamıydı.
Depremle birlikte unuttuğumuz fedakârlık, vefakârlık, cefakârlık ve diğerkâmlık gibi nice hasletleri görme ve yaşama imkânı bulduk. Yurdun dört bir yanından deprem haberini duyanlar çoluğunu çocuğunu arkada bırakıp depremzede kardeşlerine yardım için amasız, fakatsız, beklentisiz, çıkar gözetmeksizin ve takdir beklemeksizin yollara düştü. Büyüğüyle küçüğüyle, kadınıyla erkeğiyle 85 milyonluk Türkiye hayırda yarışa girdi. Pek de umutlu olmadığımız gençlerimiz, oluşturulan yardım merkezlerinde omuz omuza verdi. Öyle ki bu merkezler arı kovanına döndü. Askerlerimizin enkaz altından çıkanlara botlarını ve parkalarını vermeleri hâlâ gözlerimizin önündedir. Yurdun dört bir yanındaki çocukların oyuncaklarını ve elbiselerini deprem bölgesindeki çocuklarla paylaşmaları nasıl unutulur? Merhamet ve paylaşma duygularının somut nişanesi olan bu iyilik hareketi hepimize iyi geldi.
Kanaatimiz odur ki hayat paylaşmakla anlamını bulurdu. Hem paylaşmak sadece maddî varlıklarla sınırlı değildi. O kara geceden ve gün ortası karanlığından sonra güzel ve aydınlık bir dünya için güç birliğine, birlik ve beraberliğe bugün dünden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünerek milletçe elimizde avucumuzda her ne varsa onu depremde mağdur olan kardeşlerimizle paylaştık. Onların acılarını kendi acılarımız bilip azaltmaya gayret ettik.
O gece içimizdeki fay kırıkları büyüdükçe büyüdü. Bu ahvalde kendi acısını unutanlar büyük bir diğerkâmlık örneği göstererek başkalarının acılarını dindirmeye koştu.