Vatan toprağını, istiklalini, özgürlüğünü, talihini, geleceğini savunmaya kalktığımız heyecanlı günlerde bizim de düşüncemiz-hayalimiz sadece vatan olmuyor mu? Bu düşünce  ve hayaller  hem ağır, hem yüce, hem de kutsal, feyizli bir hissiyat sağanağı şeklinde hissi dünyamıza yansımıyor mu?

Her şairin yazdığı şiir, her edebiyatçının yazdığı yapıt, her ressamın attığı fırça lekeleri, her müzisyenin enstrümanından dökülen nağmeler bir ağaca benzerler. Zamanın tufanları onu silkelediğinde artık sözlerini altın saçan bir ağaç misali yaprak yaprak döker…

Bal gibi olmuş meyveler ise yapraklar arasından çıkıp daha net görünür! Kökleri derinlere işlemiş hikmetli düşünceler ise geleceğe de mükemmel ışıklar saçar…

Zira Ulu Önderimiz Atatürk “İstikbalde dahi Türk istikbalini ortadan kaldırmaya çalışan dahilî ve haricî bedhahların olabileceğinden, bir gün istiklal ve cumhuriyetin müdafaa mecburiyetine düşüldüğünde vazifeye atılmak için, içinde bulunulan vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmemek gerektiğine işaret etmişlerdi. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra memleketimiz bu denli tehlikeler ile karşı karşıya kalmamış, düşmanlarımız bu denli cüret göstermemişlerdir. Unutulmamalı ki Ulu Önder’in izinden giden pek çok gönüllü insan vardır.

Milletlerin yaşamında unutulmayacak günler ve şahıslar vardır. Bu simalar ile var oluşları anlam kazanır. Sahip oldukları daha iyi anlaşılır. Velhasıl milletlerin tuzu şekeridir onlar. Bu nedenle daima gönüllerde taht kurar ebedi baş tacı olurlar. Toplumun bilgeleridir, yön verir, cesaret verir, zor anları kolaylaştırır onlar.

İstiklal Marşı, Türk Milleti’nin Atatürk’ün önderliğinde toplumsal özveriyle başarıya ulaştığı, tarihin akışını değiştiren bir kahramanlığın öyküsüdür. Türk Gençliği karanlık günlerden aydınlığa çıkışımızın simgelerinden birisi olan İstiklal marşımızın her sözcüğünü özümsemeli, ecdat yadigarı bu topraklar için gerektiğinde canını vermeye hazır bir ruhi olgunluğa sahip olmalıdır.

Suya düşen bir nesnenin dalga dalga genişleyerek yayılması misali her kapanan sorunun daha büyük şekilde yeniden ortaya çıkarılması gibi bir şey bu. Şu kesin unutulmamalı ki, bir Hollandalı seyyahın Türkiye ziyareti sonrası gördüklerini anlatması istendiğinde: ”Anadolu, Türklere verilemeyecek kadar güzel bir gelin misali” demişti. Buradan hareketle yıllardır sürdürülen sözde barış çapaları yirmi yıl sonra neyi getirip, neyi götürmeyeceğini düşünmek zahmetinde değiliz. Ancak yüzyıllar sonrasını şimdiden görebilmektir büyük düşünmek. Bu nedenle rahmetlik Akif: “Allah bize bir daha bu marşı yazma zorunluluğu göstermesin” demişti. Ancak, Türk Milleti yeniden bir “İstiklal Marşı” yazmak durumunda kalması durumunda yeni bir marş yazmaya hazırdır.