Hemen müzenin avlusundaki meşhur cam piramiti ziyaret etmeden olmazdı. Pei’nin Louvre’a eklediği hacmi aşağıdaki bölümleri aydınlatan, büyük çelik ve cam bir piramit olarak tasarlandı. Yüksekliği 20.6 metre olan cam piramit, 603 eşkenar dörtgen ve 70 üçgen şeklinde pencereden oluşuyor. Pei’nin tasarımı olan Le Grand Louvre’nin bu siyasi piramiti sanıldığı kadar ilgi görmekte idi.
Buradan doğruca Özgürlük anıtına giderken sol tarafta ağaçların arasında İngiliz “Winston Churchill”in heykeli karşılıyor sizi. Beş dakika sonra özgürlük anıtının yanındasınız. Güzel ışıklandırılmış ve seyredeni hayret içerisinde bırakan bir muhteşem abide. Anıtın dört tarafı değişik motifler ile süslü, seyredilmeye değer bir eser. Bu sırada karşıdan Eyfel Kulesinin ışıkları etrafı tarıyor bu tarayışta insan mistik bir ruh hali içerisinde giriyor.
Sonra Notre Dame Katedralinde soluğu aldık. Notre Dame Katedrali (Fransızca: Cathédrale Notre Dame de Paris) Paris, Fransa'da bulunan dünyaca ünlü bir katedraldir. Meryem Ana'ya ithafen isimlendirilmiştir. Fransız Gotik mimarisinin en güzide örneği olarak bilinen Notre Dame, ayrıca ilk Gotik katedrallerden biridir ve Gotik dönem boyunca inşası sürmüştür. Ne yazık ki biz Fransa’dan döndükten bir gün sonra restorasyonu tamamlanmış ve yeniden hizmete açılmıştır. Dışarıdan bakmakla yetindik. Avlusunda öğrenciler geç saat olmasına rağmen açılış tören provası yapıyorlardı.
Fransa deyip de “Café de Flore”de bir kahve içmeden buraya veda etmek olmazdı. Biz de öğrencim Fatih, kızım Birgül ve ben cafeye gittik. Kuyruğa geçtik, ayak üstü 15 dakika kadar bekledik. Kalkan insan kadar içeri müşteri alıyorlardı. Çok geçmeden bu ünlü kahve dükkanında oturtulduk. Kahvelerimizi ısmarladık. Güzel bir kitapçık ile menü sunuluyor. Kahveler insana huzur veriyordu. Bir ara 1940’lı yıllarda buraya tahsil için gelmiş A. Kutsi Tecer ve Necip Fazıl Kısakürek yadıma düştü. Yani doksan yıl önce adamlar bu lüksü burada yaşamışlar. Sohbetimiz derinleştikçe derinleşti. A. Kutsi’nin, Necip Fazılın Kumar borcunu ödemek için para topladığı ve kendisine verdiği ancak Necip Fazılın bu parayı da kumarda kaybetmesi üzerine Tecer’in, Necip Fazıl Kısaküreğe:” Şair senin kendine hayrın yok, sen bu millete lazımsın deyip onu Türkiye’ye göndermesi geldi. Öğrencim ve kızım neden dalıp gittiğimi sorduklarında bu öyküyü anlatmak zorunda kaldım. Bu durum nedense saklanıyor amma okumayı seven kişilerce biliniyor. O dönemler Necip Fazıl’ın ayyaş günleri olarak kabul edilmesi doğru olacaktır. Kahvelerimizi içip kalktık.
Oradan Paris metrosuna giriverdik. Muhteşem yapılmış üç katlı bir metro. Tam da metronun işleyişini hayranlıkla izlerken bir an gördüğüme inanamadım. Gelen metro bizim görmeye alıştığımız klasik bir metro değildi. Bildiğimiz otomobil tekerleri ile çalışıyordu. Neden bunca lükse sahip bir ülkenin böylesi ilkel bir yönteme başvurdukları aklıma geldi amma bu konuda tanışacak birini bulup sormak zordu. Paris, adı dillere destan olmuş bir şehir.