Türkiye’de birçok dönemde bazı kitapların basımı ve okunması yasaklanmış, birçok kişi yasaklı kitabı okuduğu ve sattığı için yıllarca hapiste yatmıştır. Özellikle 12 Eylül döneminde kitaba karşı gerçekleştirilen bu hasmane tutum zirve yapmıştır. Kişileri okuduğu kitap ve gazeteye göre kategorize etmek, bugünün Türk insanın zihninde kodlamayı refleks hâline getirmiş olduğu bir davranış şeklidir. Birçok kitap, kanunen yasak olmamasına rağmen kişilerin zihinlerinde geliştirmiş oldukları bazı ölçütlere uymadığı için okuyucunun itibarını belirleyen unsur olmuştur.
Kitapla insan arasına mesafe konulması tarihin her döneminde kitapseverlere sorun çıkarmıştır. Rahmetli Prof. Dr. Orhan Okay Hoca, Kâğıt Medeniyeti adlı kitabında dönemin en meşhur kütüphanesine sahip Fahri Bilgin’in 1962 yılında ölümünden sonra varislerinin bu nadide eserlerle dolu kütüphanenin Atatürk Üniversitesi tarafından satın alınması için kendisi ile irtibata geçtiklerini, kendisinin Türkoloji vasfını kullanarak durumu dönemin Atatürk Üniversitesinin yetkililerine bildirdiğini ve kendisi ile birlikte Ahmet Türek ve Haluk İpekten’in kütüphanenin maddi değerini belirlemeleri amacıyla görevli tayin edildiklerini, iki aylık bir çalışma sonucu eserlere 800-900 bin lira civarında bir tutar belirlediklerini, üniversite yetkililerinin fiyatı yüksek bulması sonucu varislerin biraz daha indirime gittiğini fakat dönemin Ziraat Fakültesi kökenli rektörünün sosyal bilimlere ve özellikle de edebiyata önem vermediği, senatoda bu konunun gündeme gelmesi sonucu rektörün, biraz bütçem var ben onunla ahır yapacağım kütüphane kuramam diyerek kütüphane kurulmasına karşı çıktığını üzülerek anlatmakta ve o dönemlerde yetkililerin kütüphaneye ahır kadar değer vermediklerinden dert yanmaktadır.
Edebiyatımızın önemli yazarlarından İsmet Kür, Yılları Mı Çarptı Hızımız, adlı eserinde Bursa’da öğretmenliği esnasında okula sınıf kitaplıkları kurmak istediğini, fakat okul müdürünün buna şiddetle karşı çıktığını, velilerin de müdüre hak vererek kendisini yalnız bıraktığını, fakat kendisinin ısrar ederek bu düşüncesinin arkasında durduğunu ve kütüphaneyi kurduğunu, zamanla velilerin de bu kütüphaneden yararlandığını dile getirmektedir.
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim adlı eserinde Felsefe, astronomi hatta tarihe ait eserleri makbul ve muteber tutmak şöyle dursun onların umumi bir kütüphaneye vakfına bile razı olmayan bir zihniyetin on sekizinci yüzyılın başlarında var olduğundan bahsetmektedir.
İngiltere’de köle sahipleri, kölelerine kitap okumayı yasaklamışlardı. Hatta kölelerinin İncil’i bile okumalarını istemiyor, bunu da engelleyemiyorlarsa İncil’i anlamadan okumalarına müsaade ediyorlardı. Çünkü İncil’i anlamadan okuduklarında düşünemiyorlar, sadece onda teselli buluyorlardı. Amerika’da Güney Carolina’da ise, ister köle olsun, ister özgür olsun tüm zencilerin kitap okumasını yasaklayan çok ağır yasalar çıkartılmıştı. Bu yasalar on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar devam etmişti. Çünkü bir halkı sömürmenin uzun sürmesi için, o halkın cehaletinin de devam etmesi gerekmektedir.
Kitaplardan uzak durmanın kişilere hiçbir faydası olmamıştır. Hatta günümüz dünyasında değil kitapokumayan, sadece aynı tür yayınları okuyan kişilerin de okumayan bireylerden fazla bir farkı kalmamıştır.