Akıp giden zaman karşısında çaresiz kalan şairler, bu çaresizliklerini şiirlere en güzel şekilde yansıtmışlar, zamanın akışını, insanların akıp giden bu zamandan yeterince faydalanamamalarını, dünyanın vefasızlığını şiir üzerinde dile getirmişlerdir.
Bu deyr-i fenâdan ki mükedder gitdim/ Dil-haste vü dil-figâr u muğber gitdim/Bu âmed ü şüdde ihtiyârım yokdur/Mecbûr gelip cihâna muztar gitdim. Yenişehirli Avni rubaisinde bu fani dünyadan kederli, gönlü yaralı, kırgın ve gücenmiş olarak gittiğini, dünyaya geliş gidişinde bir tercihinin olmadığını, bu dünyaya mecbur gelip zaruri olarak da gittiğinden dert yanmıştır.
Yenişehirli Avni, dünyaya gelmesinde kendisinin bir dahlinin olmadığı gibi bu dünyadan giderken de kimsenin kendisine fikrini sormadığını dile getirmiştir. Üsküplü Talat Bey bir beytinde Beş on günlük hayât-ı müsteârımdan peşîmanım/ Hızır bilmem ne zevk almış hayât-ı câvîdânîden, diyerek kendisinin beş on günlük hayatından pişman olduğunu, ölümsüz olan Hızır’ın bu dünyadan ne zevk aldığına şaştığını dile getirmiştir.
Şair Esad, Eyyâm-ı inbisât iledir lezzet-i hayât/ Tufân-ı gamda âdeme lâzım mı ömr-i Nuh, diyerek hayatın tadının rahat ve huzurlu günler geçirme ile olacağını, yoksa gam tufanında Nuh Peygamber’in ömrü gibi uzun ömür sürmenin insana lazım olmayacağını dile getirmiştir.
Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere/Can yatar gafil, binâsı oldu virân bî-haber diyen Niyazî Mısrî ise ömür binasından her gün bir taşın düştüğünü, kendisinin ise bunda gafil olduğunu dile getirmiş, geçen her günün ömründen geçtiğinden, Allah’a yeteri kadar ibadet edemediğinden yakınmıştır.
Leskofçalı Gâlip ise Gâlib Dilde şevk-i mezâk-ı cihân henüz/ Ömrün diyâr-ı merge şitâbân olup gider, derken gönlünde hâlâ dünya zevklerinin hevesi olduğunu ama bu arada ömrünün koşa koşa ölüm memleketine gittiğini dile getirmiştir. Aynı şekilde Bursalı Celilî, Müft mesken sanır kişi cihânı/ Nakd-i ömrün verir kira yerine, derken insanların bu dünyayı beleş bir mekân zannettiklerini hâlbuki kira yerine ömürlerini verdiklerini dile getirerek insanların geçen her günden yeterince feyz ve bereket almadığından, günlerin kıymetinin bilinmediğinden şikâyet etmiştir.
Yunus Emre, Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi/ Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi derken, yelin esip geçmesi, gözün yumulup açılması gibi ömrünün de kısa bir şekilde geçip gittiğini ve kendisinin bundan yeteri kadar yararlanamadığını ifade etmiştir. Şeyhülislam Yahya ise Göz mü açdırdı bize cevr ü cefâ-yı eyyâm/ Fikr-i bî-hâsıl-ı dünyâ ile geçti evkât, derken gelip geçen günlerin dert ve tasasının kendisine göz açtırmadığını, zamanın dünyanın boş sonuçsuz düşünceleriyle geçip gittiğini dile getirmiştir.
Şair Nef’î ise, Bir düş gibidir hak bu ki ma’nîde bu âlem/ Kim göz yumup açınca zamânı güzer eyler diyerek bu alemin bir rüya olduğu ve göz yumup açıncaya kadar zamanın geçtiğini dile getirmiştir.
Tokatlı Kânî, Fikr-i müstakbel ü mâzîyi bırak ârif isen/ Böyledir hâl-i zamân bir var imiş bir yok imiş derken arif olan kişinin geçmiş ve gelecek düşüncesini bırakmasını, çünkü zaman hâlinin bir varmış bir yokmuş gibi olduğunu dile getirmiştir.
Zamanın kıymetini yeterince bilemeyen Cahit Sıtkı, pişmanlığını şu şekilde dile getirmiştir. Âh o kadrini bilmediğim günler/ Koklamadan attığım o gül demeti? Suyunu sebil ettiğim o çeşme/ eserken yelken açmadığım rüzgâr/ Gel gör ki sular batıya meyleder/ Ağaçta bülbülün sesi değişti/ Gölgeler yerleşiyor pencereme/ Çağınız başlıyor ey hatıralar.