Bir takım varlığını diri tutması için önce gücünü alacağı, tarihe mal olmuş köklü bir yerleşim yerinin takımı olması lazım. Köklü yerleşim yerinden (şehir, kasaba, ilçe) gücünü alan takım, kendi içinde büyümesi ve bulunduğu mekânın halkının tam desteğini alması için rekabet edeceği bir rakip ( hatta düşman seviyesinde) bulması, bulamaz ise üretmesi gerekir. Bu rakip ne kadar güçlü olursa takım da bununla başa çıkabilmesi için mekânın sahiplerinin maddi manevi desteğini alma imkânını yakalar.

Takımların büyümesi için dış rakibi veya rakipleri temin etmesi, sonra bu rakiplerden geri kalmasına neden olabilecek, başarısızlığa mal olacak maddi riskleri de aza indirmesi gerekmektedir. Dış rekabetin büyüklüğü ile maddi rekabet arasında doğrusal bir orantı bulunmaktadır. Takımlar rekabette geri kalmamak için maddi riskleri aza indirmenin yollarını arar. Bu da taraftar sayısını artırmakla, dışa doğru yayılmakla, çeşitli gelir kalemleri yaratmakla mümkün olacaktır. Risk ve rekabetten başarı ile çıkan takımlar hızlı bir şekilde taraftar sayısını artırarak maddi alanda önlerini açmakta ve gittikçe karşı konulamaz bir güç hâline dönüşebilmektedirler. Ekonomik riski aza indiren, rakiplerine üstün gelen takımların yayılmacı tarafları ve nüfuzları olmaktadır.

Küme düşmeme, şampiyon olamama korkusu, ekonomik risk ve rakip olmadığı zaman takımların anlamı olmamaktadır. Bu durumda takımlar güçlerini rakiplerinden ve rakiplerine yüklemiş oldukları anlamlardan almaktadırlar. Bu şartlarda kendisine rakip bulamayan bir takımın büyümesi imkânsız olmaktadır.

Eğer bir takım ülke dışındaki takımlarla mücadele eder ve başarılı olursa bu durumda ekonomik risk faktörünü en aza indirme, şan ve şöhretini artırarak taraftar sayısını artırma şansını yakalar. Fakat dışarıdaki rekabet geçidir. Çünkü ülke içinde başarısız olan takımların dışarıda maç yapma şansları bulunmamaktadır. Asıl olan iç rekabettir.

Bir takım ülke dışındaki takımlarla (Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi, Konferans Ligi) maç yapmaya hak kazanıp ve elde ettiği maddi ve manevi gücü iç rekabette kullanacak ve bunu da üstünlük aracı olarak lanse edecekse, gerçek rekabete girdiği takımın birçok taraftarı, onun ülke dışındaki başarısından fazla hoşlanmaz. Bu hâl eşyanın tabiatına uygundur.

Takımların dış ülkelerdeki başarısı aynı zamanda bir ülkenin futboldaki, organizasyon gücündeki, büyüme ve yayılmadaki başarısını gösterir. Fakat aynı takım dış ülke takımlarına karşı kazanmış olduğu başarıyı iç pazarda kendi lehine kullanmaya, bunu diğer rakiplerine karşı üstünlük aracı olarak göstermeye hatta iç piyasadaki alanda bunu bir veriye dönüştürmeye başladığı zaman otomatik olarak diğer rakipleri karşısına alır.

Şizofren spor yorumcularının, futbol fanatiği siyasetçilerin (yerel siyasetçiler ayrı), sosyal medya denilen cahiller topluluğunun olduğu ülkemizde bir takımın yurt dışı başarısından ülke birliğine huzur geleceğini kimse beklemesin. Zira bu kişiler bu başarıyı dilleri ile zehirleyerek diğer takımları dışlamaktadırlar. Bu durum da ülkenin iç huzurunu tehlikeye sokmakta, rekabeti kızıştırmaktadır. Böyle ortamlarda takımların yabancı rakiplere elenmesi taraftarlarını daha fazla üzmekte daha fazla incitmektedir.

Bu çatışmanın asgariye indirilmesi için federasyona çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Federasyon ülke içindeki rekabetin adil şekilde yürütüldüğüne, kendisinin tarafsız kaldığına vatandaşları ikna etmek zorundadır.  Tartışma ortamında yurt içinde başarılı olan takımlar, yurt dışında yaptıkları maçlarda kısmen bile olsa diğer takım grupların desteğini alamaz.

Hangi şartlar olursa olsun, bir takım dış ülke takımları ile oynadığı maçlardan elde ettiği maddi manevi imkânı ülke içinde kullanacağı için tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de diğer takım taraftarlarının bu başarıdan hoşlanmayacağı kesindir.   Bu durum millî bir meseleden ziyade kültürel bir yaşantının ürünüdür.