Eski dönemlerde seyfiye (kılıç tutanlar) ile ilmiye (kalem tutanlar) arasında ciddi bir çekişme olur; birisi kalemine, diğeri ise kılıcına güvenirdi. Askeriye ilmiye sınıfını kılıcı ile, ilmiye de onlarıhalka şikâyet etmekle tehdit ederdi.
Yine de dinî nüfuzunu kullanan ilmiye ehli yer yer isteklerini yerine getirmede ciddi otorite konumuna gelir, seyfiye ehlinin baskısına direnç gösterebilirdi. Hatta Osmanlı’dan başlayarak günümüze kadar yapılan darbelerin arka planında ilmiye sınıfının seyfiye sınıfının yönlendirmesininaçık olduğu bilinmektedir.
Eskiden ilmiye sınıfının karşısında daha ziyade askeriye bulunuyorken, memleket yönetiminde siyasetin girmesi ve çok partili sistemin hâkim olmasıyla birlikte bu durum değişmeye başlamış, ilmiye ve askeriye grubu siyasetin içinde birleşmeye başlamış, hatta siyaset tüm unsurları kendi potasına çekerek ülke gündeminde çok farklı bir yere gelmeye başlamıştır. Tüm dünya milletleri, halkın iradesinin yönetime hâkim kılınması anlayışı olan siyasi devrimleri ülkelerinde uygulamayı amaçlamıştır.
Gerek ilmiye ve gerekse askeri gruplar bulundukları yerleri iyi ayarlayamamaları, çizgilerinde net bir tavrın olmaması onları zaman zaman siyasetin oyuncağı hâline getirmiş bu durum da onlarda itibar kaybına neden olmuştur. İzzet Molla bir beytinde, Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihânharâb/Eyler anı müdâhane-i âlimânharâb diyerek, dünyanın bozgunlukla değil, âlimlerin dalkavukluk yapmaya başlamasıyla yıkılacağını dile getirmiştir.
Geçmişte bazı âlimlerin ülke yönetiminde söz sahibi olan otoriteye karşı mesafeli durduğu bilinmektedir. İmam-ı Azam ile başlayan ve dönem dönem de diğer âlimlere de sirayet eden yetkiyi elinde bulunduran kişilere karşı mesafeli duruş, zamanla kaybolmaya yüz tutmuştur.
İmam- ı Azam bir devlet başkanının, halifenin kamu malından ve halkın haklarından bir şeyler alarak halka ihanet ettiğinde, halka zulmettiğinde onun halifeliğinin iptal olacağını ifade etmiştir. İmamı Azam Halifenin kendisine beytül mala nezaret etme teklifini reddetmiş ve değil böyle bir görevi, bu halife bana Vâsıt mescitlerinin kapılarını saymamı teklif etse onu bile kabul etmem. Böyle bir şeyi nasıl yaparım. O, boynunu vuracağı adamların ölüm fermanlarını önüme koyacak, ben de bunları onaylayacağım, Allah’a yemin olsun, böyle bir şeyi asla kabul etmem, diyerek devlet ricali ile arasına mesafe koymuştur.
İmam-ı Azam’ı örnek alan Mâtûrîdî’de otoriteye karşı duran âlimlerden birisidir. Mâtûrîdî zenginlere ve yöneticilere karşı mesafeli durmuş, devlet kademesinde herhangi bir resmî görev almamıştır. Bir keresinde sakalına güzel koku sürmek isteyen bir sultana karşı çıkmış, onlar da kokuyu atının kuyruğuna sürdüklerinde bunu kabul etmeyerek önce atını yıkattığı daha sonra atına bindiği Hülya Alper’in Mâtûrîdî kitabında anlatılmaktadır.
Eski dönemde önder kişilerin gücü elinde bulunduran kişilere uzak durmalarının temelinde, İslam’ın, İslam hukukunun korunma kaygısının olduğu, herhangi bir konuda karar verileceği zamankitaba göre değil de yetkiyi elinde bulunduran kişilerin isteği doğrultusunda karar verme kaygısının olduğu görülmektedir.
Hukukun bağımsızlığının konuşulduğu günümüzde karar merciinde olan kişilerin herhangi bir erkin emrine girmemelerin ne kadar önemli olduğu tarihî tecrübelerle sabitken, aynı zamanda bir konuda ilim sahibi olan âlimlerin devletin ve milletin geleceğine ait duydukları kaygılarını yine millet adına dile getirme gibi ahlaki bir sorumlulukları da bulunmaktadır.