Ses bayrağımız olan Türkçe, okullarımızda hakkıyla ve lâyıkıyla öğretilmelidir. Türkçenin yapısına uygun olmayan kelime türetme yollarından uzak durulmalıdır. Başta okullar olmak üzere; radyolarda, televizyonlarda, gazetelerde, tiyatrolarda ve bütün devlet kurumlarında Türkçenin büyük bir özenle ve hassasiyetle kullanılması elzemdir. Toplumun benimsemediği kelimeler tercih edilmemelidir. Bu iş asla bir oldubittiye getirilmemelidir.
Gelinen noktada görünen o ki ses bayrağımız olan Türkçe, dünyanın en zengin ve en kullanışlı dillerinden biridir. Fakat ne yazık ki Türkçemize bugüne kadar gereken önemi verememişiz. Ona çoğu kere ideolojik gerekçelerle suni müdahalelerde bulunmuşuz. Onun kendi doğal yatağında akmasına izin vermemişiz. Tabir caizse kenardan çomak sokmuşuz. Bunun başlangıcı Arapçanın ilim, Farsçanın edebiyat dili haline getirildiği Orta Çağ'a kadar indirilebilir. Öte yandan Cumhuriyet dönemine geldiğimizde dil işine siyaset de girmiştir.
Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılması ve kontrol altında tutulması için öncelikle bu işin ilmini bilen dil bilginlerinden oluşan bir Dil Akademisi kurulmalıdır. Bu akademi ilmî bir yaklaşımla dile yön vermelidir. Bu işle uğraşanlar siyasetçiler değil dilciler olmalıdır. Zira dil hafife alınacak bir iletişim vasıtası değildir, ilim ve metot işidir.
Dil canlı bir varlık olduğu için tıpkı bir ağaç gibi zamanla eskiyen yanlarını yeniler. Bir çeşit otokontrol mekanizmasını çalıştırır. Onu doğal akışına bırakmak gerekir. Şair Ahmet Haşim, "Kelimelerin Hayatı" adlı yazısında ne güzel söylemiş: "Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca müşabih (benzer) değildir. Lisanlar-tıpkı ağaçlar gibi- mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir."
Kültür ve medeniyetin taşıyıcısı olan dil, toplumların temel yapı taşıdır. İnsanı varlık dünyasına taşıyan ve orada güçlü biçimde tutunmasını sağlayandır dil. Dil aynı zamanda geçmişle geleceği birbirine bağlayan sağlam bir köprüdür. Geçmiş ve gelecek nesiller bu muhkem köprü sayesinde birbirlerine kavuşur, birbirlerinden haberdar olurlar. Bu köprü zaman içerisinde eskiyip bozulabilir. Onun içindir ki bu köprü, temeline zarar vermemek şartıyla zaman zaman elden geçirilmeli, eskiyen ve aksayan yanları sağlam malzemeyle tamir edilmelidir. Şayet onun bozulmasını seyredersek o köprüden emniyetle geçemeyiz.
Dil, millî kültürün temelini teşkil eder. Kültür ve medeniyet onun temelleri üzerine inşa ve ihya olunur. Millî şuur ve millî birlik onunla uyanık kalır. Bizi yok etmek isteyenlerin, işe dilden başlamaları tesadüf değildir. Dil hassasiyeti ortadan kalkınca gerisi çorap söküğü gibi gelir. Bu noktada Yahya Kemal'in şu sözlerine kulak vermek gerekir: "Vatan fikri bizde daima vardı; fakat, Namık Kemal'in bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsiliğini uyandırsaydı, bize öğretseydi ki bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir. "
Dil, edebiyatın malzemesi ve taşıyıcısıdır. Edebiyat onunla soluklanır. Onunla şekillenir hisler. Kelime bakımından zengin olan dillerin bu özelliği edebiyatlarına da olumlu olarak yansır. Dilin gücü edebiyata, edebiyatın gücü de dile yansır. Zira milleti millet yapan dili ve kültürüdür. Milletler ancak dilleri ve kültürleri sayesinde varlıklarını koruyabilirler. Dil ve kültürü birbirinden ayrı düşünmek asla mümkün değildir. Zira dil olmadan kültür olamayacağı gibi, kültür olmadan da dil olamaz. Dil kültürü, kültür de dili besler. Dil, en etkili kültür aktarıcısıdır. "Kökü mâzide olan âti" ancak dille gerçekleştirilebilir.