Yuhanna incilinin ilk cümlesinde "Önce söz vardı." dense de söz insanlıkla yaşıt bir kavramdır. Doğrusu "İnsanla birlikte söz de vardı." dense yeridir. Gerçi Yuhanna'nin ilk cümlesindeki söz, Allah katındaydı. İnsanın yaratılışıyla birlikte insan katına da inmiş oldu.
Söz, insan şahsiyetinin şiarıdır. Onun içindir ki "Söz senettir." deriz. Söz karakter hamurunun suyudur. Ne azı ne de çoğu makbuldür. Kıvamında olması esastır. Sözün yerinde ve zamanında söylenmesi, bir de yürekten söylenmesi gerekir. Söz duyguların kanadıdır. Türkçenin yüz akı Yunus Emre'miz sözün anlamı ve önemiyle ilgili olarak şu mısraları söylemiştir: "Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz/Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz/Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı/Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz//Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini/Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz/Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden/Pek sakın o şah katından, seni ırak ede bir söz"
Dil, insanı insan yapan çok önemli değerlerden biri, belki de birincisidir. Biz dilimizle, onun sayesinde insanız. Dil olmasaydı duygu ve düşüncelerimizi ifade edemezdik. Bizi diğer varlıklardan ayıran özellik konuşabilme kabiliyetimizdir. Onun dışında diğer canlılardan ayrılan çok fazla bir yönümüz yoktur. Mesela her canlı yer, içer, nefes alır; hayatını bir şekilde sürdürür. Fakat insan bunları yapmanın yanında davranışlarını bilinçli gerçekleştirir. Duygularını söze döker. Dil, insan olmamızın somut bir kanıtıdır.
Geçiş Dönemi eserlerimizden biri olan Kutadgu Bilig'de dilin ve sözün önemine dair aforizma niteliğinde birbirinden kıymetli beyitler vardır. Bu beyitlerden birinde haklı olarak "Toguglı ölür kör kalır belgü söz sözüng edgü sözle özüng ölgüsüz" (Bak, doğan ölür; ondan eser olarak söz kalır; sözünü iyi söylersen ölümsüz olursun.)" denir.
Başka iletişim vasıtaları olsa da dil bilinen en gelişmiş iletişim aracıdır. Dil dışındaki hiçbir iletişim aracı dilin yerini hakkıyla ve lâyıkıyla tutamaz. Birçok kadim filozof, insanı diğer varlıklardan ayırırken ona “hayvan-ı natık/konuşan canlı” demiştir. Dil etten kemikten olan insanı tamamlar. Yusuf Has Hacip'in "Kişig til ağırlar bulur kut kişi/Kişig til ucuzlar barır er başı" (Kişiyi dil kıymetlendirir ve kişi onunla mutluluk bulur; kişiyi dil kıymetten düşürür ve dili yüzünden başı gider.)" sözü bu hakikate vurgu yapmaktadır.
Kâinatın gözbebeği olan insanoğlunun alâmet-i farikası olan dili tanımlamak ve belli bir kalıba sokarak anlatmak onu sınırlandırmak demektir. Yine de bugüne kadar birçok insan, dili kendince tanımlamış, bu konu üzerinde bir hayli kafa yormuştur. Fakat hiçbir tanım, dili hakkıyla ve lâyıkıyla ifade edememiştir. Her tanım dilin özellikle bir yönünü ortaya koymuştur. Bence mevcut tanımlar içerisinde en kuşatıcısı Muharrem Ergin'in şu tanımı olmuştur: “Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir."