Dil bize atalarımızın değerli bir mirasıdır. Onu atalardan teslim almışız, vakti gelince biz de onu çocuklarımıza teslim ederek bu fani dünyadan göçeceğiz. Onu doğru ve yerinde kullanmak, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak millî ve insanî borcumuzdur. Aksi takdirde dil birliği olmazsa vatan ve düşünce birliği de olmaz. Kısa zamanda dağılır, gideriz. Dile önem vermeyen milletler kültür ve medeniyetlerini geleceğe taşıyamazlar, böylelikle zamanla millet olma vasıflarını kaybederek sıradan

Dil demek, millet demektir. Kalbimiz de, beynimiz de, zihnimiz de bir yönüyle dile bağlıdır. Dilini koruyamayan milletler ilini de koruyamazlar. Bizi biz yapan dilimiz, kimliğimizin ve kişiliğimizin boy aynasıdır. İnsana dair duygularımızı, düşüncelerimizi, hayallerimizi, sevgilerimizi ve özlemlerimizi onunla ifade ederiz. Tarihte, dilini kaybettiği hâlde dinini ve kimliğini muhafaza eden millet yoktur. Bir Türkçe ve Türkiye sevdalısı olan merhum Oktay Sinanoğlu'nun dediği gibi "Türkçe giderse Türkiye gider." (maazallah)

           

Türkçe kendisine âşık olunacak kadar nazik ve naif bir dildir. O, bizim ana dilimizdir. Yahya Kemal'in deyimiyle "Türkçe ağzımızda annemizin ak sütü gibidir.” Türkçe deyince  heyecanlanan Mehmet Kaplan Hoca şu güzel ve isabetli görüşleri dile getirmiştir:  “Anneler çocuklarına sütleri ve sevgileriyle beraber onlar kadar güzel, onlar kadar besleyici bir şey daha verirler: Dil. Dil analardan öğrenildiği için bir insanın kendi diline "ana dili" denilir. Biz, daha sonra, istersek başka dilleri de öğrenebiliriz ama onlar hiçbir zaman ana dilimizin yerini tutmazlar. Ana dil bizi ailemize, akrabalarımıza, milletimize, tarihimize bağlar.”

           

Bizi birbirimize kenetleyen aziz Türkçeyi henüz beşiklerimizde uyumaya hazırlanırken ilk kez annelerimizin ninnilerinde duyduk ve sevdik. Onun o güzel ezgisi bizi uykunun derin sularında yüzdürdü. Tesiri altında masmavi rüyalara daldık. Onu konuşanların ağzından söz değil sanki bal aktı. Ozanların dilinde ve telinde şakıdı nazlı bülbüller misali. Onu yazan kalemlerin ucunda çiçekler göğerdi. Türküler onunla sildi kulaklarımızın pasını.

           

Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzade "Ana Dili" adlı şiirinde "Dil açanda ilk defa ‘ana’ söylerik biz/‘Ana dili’ adlanır bizim ilk dersliyimiz/İlk mahnımız laylanı anamız öz südüyle/İçirir ruhumuza bu dilde gile-gile./Bu dil – bizim ruhumuz, eşgimiz, canımızdır,/Bu dil -birbirimizle ehdi-peymanımızdır./Bu dil – tanıtmış bize bu dünyada her şeyi/Bu dil – ecdadımızın bize goyup getdiyi/En gıymetli mirasdır, onu gözlerimiz tek/Goruyub, nesillere biz de hediyye verek." diyerek bu dile verdiği değeri, sözün büyülü gücüyle dile getirir.

           

Dil, ait olduğu ülkenin içinden geçen bir nehir gibidir. Geçtiği topraklarda yaşayanlara hayat verir. Beslemekle kalmaz, geçtiği yurtlardaki küçük derelerden ve çaylardan da beslenir. Neticede bütün bir milletin değerlerini içeren bir medeniyet deryasına dönüşür.

           

Dileklerimiz, yasımız, figanımız, feryatlarımız, gülmemiz, ağlamamız ve duamız hep Türkçedir. Bağlarımız, dağlarımız, ovalarımız, yaylalarımız, nehirlerimiz, ırmaklarımız, göllerimiz, denizlerimiz, bahçelerimiz, bitkilerimiz, ağaçlarımız ve cümle ormanlarımız lisan-ı hâl ile olsa da Türkçe konuşur. Rüyalarımızın dilidir Türkçe. Zira Kırım'ımız, Kerkük'ümüz, Urumçimiz, Karabağ'ımız, Gümülcine'miz,  Buhara'mız, Semerkant'ımız, Taşkent'imiz, Bakü'müz, Türkistan'ımız, Akmescit'imiz, Lefkoşa'mız, Girne'miz, Astana'mız, Almatı'mız, Bişkek'imiz, Aşkabat'ımız, Merv'imiz, Nahçıvan'ımız, Kırcaali'miz, Mostar'ımız, Üsküp'ümüz, Priştine'miz, Kazan'ımız, Ufa'mız, Tebriz'imiz Türkçe görür rüyalarını.