15 Temmuz şer cephesi, karşılarında bin yıl boyunca İslâm'ın sancaktarlığını yapan bir millet olduğunu ya bilmiyordu, ya da güç zehirlenmesinin getirdiği bir gafletle unutmuştu. Kötülük bahçesinin bahçıvanları 15 Temmuz'da  karşılarında 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül  ve 28 Şubat darbeleri zamanında olduğu gibi, silahları görünce sus pus olan, kaderine razı, pasif bir halk olacağını  sanıyordu. İnsanların sokaklara döküleceğini hesap etmemişlerdi. Çünkü bugüne kadar Türkiye'de darbeler karşısında millî iradeye ve demokrasiye sahip çıkmak için ayaklanan bir halk kitlesi yoktu. Hiçbir lider de halkı sokağa çağırma cesaretini gösterememişti. O yüzden bir başkalık ve bir harikulâdelik yaşanıyordu Türkiye'de.
           
O gece Türk'üyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Arabıyla, Boşnağıyla, Arnavuduyla, Gürcü ve Abazasıyla  bütün farklı ırklar ve renkler tekbir ve tehlillerle "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" anlayışıyla aynı bayrak altında toplanmıştır. O gece şanlı milletimiz halkın ve Hakk'ın gücünün üstünde bir güç ve otorite olmadığını bütün dünyaya haykırarak birlik ve beraberlik destanı yazmıştır. Böylece dünyaya demokrasi dersi vermişlerdir.
           
O gece milletimiz devlet başkanının emriyle topyekûn cadde ve sokaklara çıkarak tanklara , uçaklara ve ortalığı yakıp kavuran bombalara karşı bedenlerini siper etmişlerdir. Ülkemizi on yıllarca geriye götürecek, kardeş kavgasını körükleyecek ve bizi çil yavrusu gibi dağıtacak menfur darbenin gerçekleşmemesi için vücutlarını kalkan yapmışlardır. O gece milletimiz çocuğuyla, yaşlısı ve genciyle, kadını ve erkeğiyle  ezan ve selâların ruhaniyatında haysiyetli bir mücadele vermiş; neticede binlerce gazimiz, yüzlerce şehidimiz olmuştur.  Vatan söz konusu olduğunda bu aziz milletin tıpkı Sakarya'da ve Çanakkale'de olduğu gibi nasıl büyük bir azim ve kararlılıkla yurdunu savunduğu bir kere daha görülmüştür.
           
15 Temmuz gecesi verilen olağanüstü mücadele ve kahramanlık, sadece Türkiye'nin istikbali ve istikrarı için değildi. Aynı zamanda ümmetin mazlumlarının geleceği içindi. Zira bağımsız, güçlü ve istikrarlı bir Türkiye; ümmetin de tek umuduydu. Onun içindir ki ümmetin yetimlerinin duası o gece arkamızdaydı. O geceki samimi dualar belâları def eylemiştir.
           
15 Temmuz gecesi sanki bir aynaydı insanlık için. O çetin gecede herkes o sihirli aynada kendi yüzünü ve özünü gördü. O gece bazı yüzler imanın nuruyla parıl parıl parlarken bazı yüzler de, içlerindeki kötülükleri ve nefretleri dışa yansıttığı için simsiyah kesilmişti. Birileri zifiri bir geceyi, birileri de o geceyi gündüze döndüren dolunayı andırıyordu.
           
17-24 Aralık operasyonları ileride başımıza musallat olacak depremin öncülleri kabilinden uyarılardı sanki. O dönemde devletimiz bu şer şebekenin içyüzünü  anlatarak, hainliklerinin farkında olmadan onlarla bir şekilde ilişkisi olanların bağlantılarını kesmesini salık vermişti. Aksi durumda gelecekte hukukî yaptırımlarla karşılaşabileceklerini belirtmişti. Bu uyarıyı dikkate alanlar uyanmış, devletin yanında yer almıştı. Bazı fanatikler de malum şebekeye desteğini daha da artırmıştı. İş bir anlamda kör dövüşüne ve inatlaşmaya varmıştı.
           
15 Temmuz'da Anadolu insanı ihanet mahfillerine karşı devleşmişti adeta. Boğaziçi Köprüsü’nde, Genelkurmay’da, Akıncılar Üssü’nde bir millet kıyama durmuştu sanki. Kızılay, Saraçhane, Kısıklı da onlardan farksızdı. Buralarda toplananların kalpleri "Vatan" diye atıyordu. Hiçbirinin elinde silah yoktu. Tek silahları vardı; o da vatan, millet ve bayrak aşkıyla yüreklerinde besleyip  büyüttükleri iman... Bu iman onları düşmana karşı güçlü kılıyordu. Vatanını ve bayrağını namus bilip her şeyin üstünde tutan milletin imanlı evlâtları "Bu akşam tarihî sorumluluğumu nasıl yerine getirebilirim?" sorusuna cevap aramakla meşguldü. Herkes yarınki nesillerin selâmeti için meydanlara koşmayı görev sayıyordu.
           
Düşman saldırıları için yetiştirdiğimiz keskin nişancılar ve topçular namlularını millete doğrultmuşlardı. Oysa karşılarında ne Yunan, ne Bulgar, ne Rus, ne de Ermeni vardı. Karşılarındakiler aynı değerlerin mensupları olan kardeşleriydi. Her zamanki gibi kardeşi kardeşe kırdırıyordu talimatlarını dışarıdan alan yerli işbirlikçiler. Tankların paletleri altında ezilenler, vatanını canından aziz bilen bu milletin kahraman evlâtlarıydı. Alçaktan uçan uçaklar Gölbaşı'ndaki Özel Harekât Dairesi'ni bombalıyor, kadın erkek demeden 42 kahraman polisimizi şehit ederek alçaklıkta ve vicdansızlıkta sınır tanımıyorlardı.  Aynı uçaklar sorti üstüne sorti yaparak, kadim düşmanımız Yunan'ın bile akletmediği, Türkiye'nin kalbi olan Ankara'daki TBMM'yi bombalıyor, tabir caizse kalbi besleyen damarları kesiyor, bu çirkin tavır ve davranışlarıyla millet iradesini hiçe saydıklarını ayan beyan ortaya koyuyorlardı.