Göz alabildiğine mısır tarlası… Ya da domates, biber, patlıcan… Fasulye, marul… Her ürünün fiyatı belli fakat ortada tarla sahibi yok. İçeriye giriyorsunuz, istediğiniz kadar topluyorsunuz. Tartı işi de sizde… Kaç kilo topladıysanız parasını kutuya atıyorsunuz.
Kıskanmakta haksız mıyım?
Bu nasıl bir güven ortamıdır böyle?
Nasıl bir sistem?
Bence insan olmanın en zirve noktası…
Tarttığını sadece sen görüyorsun çünkü.
“Açık alışveriş, gizli ödeme.”
Tüketici incinmesin diye kamera da yok sağda solda.
Çünkü tartı senin vicdanında…
Her şey matematik…
Tartıyorsun, çarpıyorsun, ödüyorsun.
***
Dünya nerede, biz neredeyiz?
Neyi konuşuyor, gündemi nelerle meşgul ediyoruz?
Üzülüyor muyuz? Evet. Elimizden de bir şey gelmediğine o kadar inandırmışız ki kendimizi.
Böyle bir bahçeyi herhangi bir bölgemizde ana yolun kenarında düşünüyorum.
Tabelalar, fiyatlar ve sonrası…
Olabilecekleri hayal edip utanıyor insan.
***
“Belediyeler sanatçılara ne kadar ödemiş?”
“Belediyelerin SGK borçları ve haciz işlemleri…”
“Belediyelere atanan kayyumlar…”
“Narin çocuk olayı…”
“Barakada yanan çocuklar…”
“Elektronik oy sistemine geçilmesi…”
“Yasa dışı bahis skandalı…”
Gündemimiz ortada…
Oysa ilgileneceğimiz, kafa yoracağımız, ekranlarda göreceğimiz çok çok farklı konular var.
Zaten oldum olası sebep sonuç ilişkisi kurmakta zorlanıyoruz.
Günlük beslenme dozumuz belli; biraz magazin, biraz spor, biraz siyaset…
Biraz da sabah kuşağı programı…
O zaman “al sana ekran esareti”.
***
İleri ülkelerin en ücra köşelerinde bile hissedilen bir disiplin söz konusu.
Ulaşımı, eğitimi, beslenmesi, güvenliği…
Yasaların “boşuna” olmadığını yaşayarak anlıyorsunuz.
Burada hayal ettiğimiz pek çok şey orada uygulanıyor.
Çalışanlarla emeklilerin gündeminde abuk sabuk şeyler yok.
Kendilerini ilgilendirmeyen konulara kafa yormadıkları için politikacılar tarafından “kolay lokma” olarak görülmeleri de imkânsız.
***
Bazen dost sohbetlerinde bu tür yaklaşımlar sergilendiğinde…
Bizim tarihimizde de yıllar yıllar önce yaşanmış altın çağlardan kahramanlar çıkarıp “bunlara ne diyeceksin” çıkışlarına bir anlam veremiyorsunuz.
Yani bizim de güzel günlerimiz vardı…
Mazi ile avunmaktan öteye geçemeyen çırpınışlar bunlar…
Sırf laf olsun torba dolsun diye allanıp pullanan sözler.
Fakat bir türlü bugünü konuşamıyoruz.
“Buraya nasıl geldiğimizi bi anlatalım hele…”
“Etrafında dolaşmak” derler buna, “kaçak güreşmek”…
Şöyle sorunları ve çözümleri 2024 aklıyla ortaya koymayı o kadar özledik ki…
***
Kimse de “biz bu gündemi reddediyoruz” demediğinden, diyemediğinden...
Ekran kurtlarının insafına bırakılıyoruz, “askıda gündem”le idare ediyoruz.
Çocukların gençlerin beslenmesi, eğitimi…
Emekliler, engelliler…
Çevre, ulaşım, sağlık, kültür sanat…
Gezi, eğlence…
Mimari…
Say say bitmez bir liste…
Zamanımızı alması, asıl konular bunlar olması gerekirken…
Boşu boşuna nasıl da geriliyoruz, birbirimize karşı yok yere bileniyoruz.
Ve sözün özü: “Asıl konuşmamız gerekenleri bir türlü konuşamıyoruz.”
Dolayısıyla gerektiği gibi kaliteli yaşayamıyoruz.
***
Çok ilginçtir, bizim gibi toplumlarda müthiş bir dayanışma ruhu gelişiyor.
Ekmeğinden faturasına, biletinden kıyafetine, kitabına kadar hemen her şey askıda...
Düşündüm de...
İhtiyaç sahiplerinin imdadına yetişen bu uygulamayı da çığırından çıkaracağız galiba!
Pek çok şeyin askıda olmasına alıştırılan insanlar, gündemle ilgili olanına da seslerini çıkaramayacaklar!
“Askıda gündem.”
Olur mu olur.