II. Mahmut 1826 yılında Mehteran takımını yeniçerilerle birlikte kaldırarak onun yerine Avrupa usulü askeri bando olan Mızıka-yı Hümayun’u kurmuş, başına da Manguel’i; daha sonra tuğgeneral rütbesi vererek Guiseppi Dinozetty’yi getirmiştir. Bu görevde yirmi dokuz yıl kalan Dinozetty birçok marş bestelemiş, Batı müziğinin Osmanlı topraklarında yayılmasına önayak olmuştur.
Daha sonraki yıllarda bizim müzisyenlerimiz Batı müziği ile Türk Halk müziğinin karışımından yeni bir millî musiki oluşturma gayreti içerisine girmiş, bu ortamda sanat müziği yavaş yavaş ikinci plana düşmüştür.
Sanat müziğini ikinci plana atma girişimleri zamanla sanat müziği düşmanlığına dönüşmüş, bu müzik ile uğraşan kişiler, musiki çevrelerinden çekilmeye başlamışlardır.
Şair Muzaffer Uyguner’in Es Batı rüzgârı, durma es/
Taassup cenderesinde sıkılan ruhum serinlensin/
Hücrelerime kadar şark fikri ile dolu kafam temizlensin,
diye şiir yazdığı ortamlarda geçmişe ait her şeye bir ön yargı oluşmuş, tüm hücrelerine kadar Batılılaşmayı kafasına koyan yeni aydın tipleri, eskiye olan nefretleri nedeni ile tuvaletler için kullanılan “alaturka” tanımını “alaturka müzik” diyerek Türk Sanat müziği için kullanmaya başlamışlardır.
1926 yılında konservatuvarlarda eğitimi yasaklanan Türk Sanat müziği, halkın bireysel çabaları ile gelişimine devam ettirmiştir.
Her platformda Batı müziği icra etmek amacıyla kurulan konservatuvarlarda % 98 oranında Batı müziği eğitimine ağırlık verilmiştir.
Latince kökenli konservatuvar kelimesinin muhafaza eden, koruyan anlamları vardır. Batılılar kendi sanatlarını, müziklerini, kültürlerini korumak için konservatuvarlar kurmuş, bu amaçla eğitimler vermişlerdir. Müzisyenlerimiz, kurdukları konservatuvarlarda bizim müziğimizi korumak yerine, Türk müziğini yasaklamış, Avrupa’nın çalgılarını, müziğini geliştirerek onları korumaya gayret göstermiş, Türk müziğini icra edenlere, gerici, köylü, yakıştırmalarını yapmış, Türk Sanat müziği için irticanın sarıksız hâli diye dalga geçmişlerdir.
Finli Mimar Saarinen “Her bitki kendi kökünden beslenir, sanatta öyle” ifadesindeki sırrı bütün insanlık çözmesine ve kendi köklerinden hareketle çağdaş yenilikler oluşturma başarılarına rağmen bu milletin çocukları bu milletin kurmuş olduğu okullarda bu milletin müziğine, kültürüne yabancı şekilde yetişerek çağı yakalayacakları gafletine düşmüşlerdir.
1980’lere kadar devlet konservatuvarlarındaki eğitimlerde Türk müziğine yer verilmemiştir. Günümüzde bile bu durum istenilen seviyede değildir. Hatta birçok devlet konservatuvarından mezun olan öğrenciler makamlarını birbirinden ayırt edebilecek kadar Türk Sanat musikisi bilgisine sahip değildirler.
Türk sanat müziğinin büyük bestekârı, mütefekkiri Cinuçen Tanrıkorur, İşgale uğramış, işgalci devletin kontrolünde ve dilinde eğitim alan Tunus, Cezayir, Suriye hatta Afrika ülke halklarının hiçbirinin kendi musikilerine bizimkiler kadar yabancı olmadığını dile getirerek bağımsız bir ülke olan Türkiye’mizde kendi müziğimize karşı bu kadar yabancılaşmamıza isyan etmiştir.
Türkiye’nin Türk Sanat müziğine karşı ayıplı bir geçmişine karşı bütün hücreleri ile ayakta kalan nadide sanatçılarından birisi Trabzon Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünde yıllardır görev yapmakta olan Özdemir Hafızoğlu Hoca’dır.
Özdemir Hoca, Türk kültürünün çağlar ötesinden gelen sesini günümüzde güçlü bir şekilde devam ettirmeye ve bunu gelecek nesillere aktarmaya gayret etmektedir.
Hocamız zamana karşı direnen Türk Sanat musikisinin yüz akı, bestekârı, aynı zamanda icra edicisidir. Özdemir Hoca, TRT’nin ve çeşitli belediyelerin düzenlemiş olduğu Türk Sanat Müziği beste yarışmalarında onlarca ödül kazanmış, TRT TSM repertuvar kurulu komisyonunda 109 eseri onaylanmıştır. Bu rakam bir sanatçı için oldukça önemli bir başarıdır.
Hocamız renkli kişiliğinde geçmişin derinliklerini, çağdaş dünyanın zenginliklerini barındırmaktadır. Hocamız bestekârlığının yanında akademik hayatını da başarılı bir şekilde yürütmekte, alanında Kanun Egzersizleri ve Eğitimi, Saz Eserlerim, Saz Eserlerim ve Şarkılarım II adlı çalışmaları bulunmaktadır.
Türkiye’de genelde vefat ettikten sonra sanatçıların kıymeti bilinmekte ve onlar eserleriyle birlikte hayırla yâd edilmektedir. Hâlbuki sanatçılarımıza Türk kültürüne yapmış oldukları katkıdan dolayı hepimizin vefa borcu bulunmaktadır. Özdemir Hoca’da bu vefayı hak eden sanatçılarımızdan birisidir.