Türk toplumunda sözlü iletişim boyutu ilk zamanlarda ağızdan ağıza yayılmaktaydı. Haber kaynağının merkezini ise camiler oluşturmaktaydı. Günde beş vakit namaz için camileri dolduran halk, camiden aldığı haberi bir anda şehrin her tarafına yaymakta, insanlar hızlı bir şekilde olup bitenden haberdar olmaktaydı.
Haberin bu kadar hızlı yayılma olanağının olması, Avrupa’da yaygın olan gazeteye duyulan ihtiyacı yavaşlatmıştı. Bazen minarelerden yapılan duyurular da bir nevi habercilik olmaktaydı. Günümüzde hâlen özellikle köy yerlerinde camilerden halka duyurular yapılmakta, bazen ölen kişilerin ismi anıldıktan sonra onun için salalar verilmektedir.
Osmanlı’da haberleri halka duyurmak için tellallar kullanılmaktaydı. Tellal sözcüğü Arapçada “yol göstermek” anlamında kullanılmaktadır. Aslında gazeteciler de bir nevi halka doğru yolu göstermekle yükümlüdürler. Tellalların başında bir de “tellalbaşı” bulunmaktaydı. Tellallar, “habercibaşı” olan tellalbaşından almış oldukları bilgileri halka duyururdu. Bunlar devletin resmi memuru gibiydiler. Yevmiye usulü çalışmakta, geçimlerini bu alanda sağlamaktaydılar. Ayrıca balıkhanede, ticari alanlarda, bedestenlerde, pazar yerlerinde özel tellallar bulunmaktaydı.
Tellallar, kayıp olan bir hayvanı, bayramları, ramazanın gelişini, önemli kişilerin vefatını, çok büyük yangınları duyururlardı. Yangınları duyurma işi daha sonra Tulumbacılara devredilmiştir. Tellallar toplu hâlde yaşamın insanları mecbur ettiği bir iletişim aracına dönüşmüştü. İnsanlar tellalları görünce heyecanlanır, konuşanlar susar, gidenler yolunu değiştirir can kulağı ile tellalları dinler, olan bitenden haberdar olmak isterdi. Normal zamanlarda bile insanlar onların etrafında toplanır, kaçırmış olabilecekleri haberleri onlardan almak ister, önceden yapılan ilanların akıbetini sorarlardı. Evliya Çelebi On yedinci yüzyılda İstanbul’da bedestenlerde iki yüz tellalın bulunduğunu yazmaktadır.
Sözlü kültürün habercisi tellallar her vilayette bulunurdu. Yazılı kültürde habercilik görevini gazeteciler üstlenmiştir.
Matbaanın bulunmasından sonra Avrupa’da gazetecilik yayılmış, ülkemize gazetenin gelmesiyle tellallara duyulan ihtiyaç azalmaya başlamış ve zamanla tellallar hayatımızdan çekilmiştir.
Avrupa’da gazetelerin ilk versiyonunu “haber mektupları” oluşturmuştur. Savaşlarda karşı taraf hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler, uluslararası ticaret yapan tüccarlar, devlet ve din adamlarının hareketlerini merak eden kişiler, sanat haberi almak isteyen meraklılar bu mektuplara önem vermiş, onları alıp okumaya başlamışlardır. Bizde verrâk, müstensih (bugünkü fotokopiciler) dediğimiz insanların para kazanmak için yapmış oldukları eylemin benzerini Avrupa’daki kişiler haber mektupları vasıtasıyla yapmış, onları çoğaltıp satarak para kazanmış, bu durum da gazetenin ilk şeklini oluşturmuştur.
Haber mektuplarına talebin artmasıyla 1609 yılında Almanya Starsburg’ta, yine aynı yıllarda Hollanda Ansver’de, 1622’de İngiltere’de, 1631’de Paris’te, 1640 yılında İtalya’da ilk gazeteler çıkmaya başlamıştır.
Osmanlılar özellikle savaşlarda haber almada ulak denilen ve hızları ile ünlenmiş Tatarlardan yararlanılmaktaydı. “Hızlı Tatar” tabiri onların haberleri acil bir şekilde götürmeleri nedeniyle ortaya çıkmıştı.
Osmanlı’nın son dönemlerinde her alanda olduğu gibi gazete çıkarmada da Fransızlar öncülük yapmaya, Osmanlı’da Fransızca gazete, dergi çıkarmaya başlamışlarıdır. Mehmet Ali Paşa 1828 yılında Mısır’da Arapça ve Fransızca gazete çıkarmış, 1831 yılında da Osmanlı’da “Takvim-i Vekayi” adlı ilk resmî gazetemiz çıkmış daha sonra bunu özel gazeteler izlemiştir.
Bu şartlar incelendiğinde, Türkiye’de Türkçe çıkan ilk gazete (1831) ile Almanya’da 1609 yılında çıkan ilk gazete arasında 222 yıllık bir zaman dilimi vardır. Yine Türkiye’ye matbaanın gelişinden yaklaşık 103 yıl sonra gazete çıkmaya başlamıştır. Bu açığı da tellallar kendi çaplarında kapatmaya çalışmışlardır ki bu da değişen dünya şartlarında yeterli olmamıştır.