Ferhat'ın Şirin'ini, Kerem'in Aslı'sını, Tahir'in Zühre'sini, Kamber'in Arzu'sunu, Emrah'ın Selvihan'ını, Mahmut'un Elif'ini ikna ettiği gönül dilidir Türkçe. Dağ başlarında açan kır çiçeğidir.

Vuslattır aşk acısıyla yanıp tutuşan yüreklerde. Türkçe, irfan çeşmesinin suyudur; ilim kapısının eşiğidir. Türkçe bir meşale gibi ışık saçar bütün karanlıklara. Soylu çınarlar yetişir köklerinden. O, nefret köprülerini yıkıp sevgi köprüleri kurar yüreklerden yüreklere. Acıyı siler süpürür körpe gönüllerden. Onulmaz yaralara merhemdir. Sımsıcak bir tebessümdür solgun dudaklarda. Zemherilerde üstümüze örtülen yorgandır. Gözlerimizin feridir aydınlığın gölgelendiği demlerde. Nihayet vicdanımızın sesidir. Barışa uçan nazlı bir güvercindir; gerekli olduğunda da bir şahindir savaşın kucağında. Geçit vermez yüce dağların belidir. Arıdır, kovandır, baldır. O; dünden bugüne, bugünden yarına uzanan muhkem bir köprüdür. Ancak bu köprüden geçenler kendilerini selâmet sahilinde bulur.

           

“Dil, düşüncenin evidir.” demiş  Alman filozof Heidegger. Fikirlerimiz o evde hayat bulur. O ev ki hayatımızın çoğu onun içinde geçer. Bu evi, içinde yaşadığımız evler gibi tertemiz tutmak lâzım. Olur olmaz, çöp kabilinden sözlere kapıları sıkı sıkıya sürmelemek gerek. Türkçeyi ne idüğü belirsiz kelimelerle doldurmak bu soylu dilin kaderi değildir.

           

Bizi bir millet halinde toplayan ve imparatorluğa dönüştüren Türkçemiz bir zamanlar üvey evlât misali dışlansa da  Anadolu Beylikleri zamanında “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmayacaktır.” fermanıyla Türkçeyi resmî devlet dili ilân eden Karamanoğlu Mehmet Bey’in samimi gayretlerini de unutmamak gerekir. Buna 12. yüzyılın ilk Türk tarikat lideri olan Hoca Ahmet Yesevî'nin ve onun müritlerinin Türkçe sevgisini ve hassasiyetini de eklemeliyiz. Öte yandan birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz Millî Mücadele yıllarında Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'in dilde millileşme çalışmaları takdire şayandır. Cumhuriyet’in ilânından sonra Atatürk'ün gayretleriyle dilde sadeleşme girişimi başlatılsa da bu gayretler, özellikle Atatürk'ün ölümünden sonra gerçek mecrasını kaybederek dile zarar verecek bir noktaya evrilmiştir. İyi niyetle çıkılan yol bir kısım kötü niyetliler yüzünden menziline ulaşamamıştır.

           

Dil (Türkçe) bizim geleceğimizdir. Onun içindir ki dilini koruyan, geleceğini korur. Dili kirletmemek lâzım. Çünkü dil kirliliği hiçbir kirlilikle kıyaslanamayacak kadar hayatî bir öneme sahiptir. Dil kirliliği ne çevre ne toprak ne de su kirliliğine benzer. Dil kirlenince düşünce de kirlenir, düşünce kirlenince de ahlâk kirlenir, ahlâk kirlenince kalp kirlenir. Kalp kirlenince çekirdek aileden devlet yönetimine kadar her alanda bozulmalar başlar.

           

Millet olarak okullarımızda Türkçenin doğru kullanılması için öğrenciler ve öğretmenler olarak büyük çaba harcamalıyız. Güzel Türkçemizi yarınlarımız olan çocuklarımıza sevdirmeliyiz. Bunun yolu da doğru zamanda doğru kitaplar okumaktan geçer.

               
Dil en güzel düşüncelerimizin doğup büyüdüğü yerdir. İnsan bitkiyse dil de ona hayat veren ve onu yeşerten su gibidir. O olmasaydı gönlümüz kavruk çöllere dönerdi. Sözlerimi büyük Türkçü Ziya Gökalp'in "Lisan" şiirinden aldığım şu anlamlı dörtlüklerle bitirmek istiyorum: "Güzel dil Türkçe bize,/Başka dil gece bize./İstanbul konuşması/En sâf, en ince bize.//Lisanda sayılır öz/Herkesin bildiği söz;/Ma'nâsı anlaşılan/Lûgate atmadan göz.//Uydurma söz yapmayız,/Yapma yola sapmayız,/Türkçeleşmiş, Türkçedir;/Eski köke tapmayız.//Yeni sözler gerekse,/Bunda da uy herkese,/Halkın söz yaratmada/Yollarını benimse.//Yap yaşayan Türkçeden,/Kimseyi incitmeden./İstanbul'un Türkçesi/Zevkini olsun yeden.//Türklüğün vicdanı bir,/Dini bir, vatanı bir;/Fakat hepsi ayrılır/Olmazsa lisânı bir."
               
Özetle dilini koruyan geleceğini korur, koruyamayanlar da yarınlarını ziyan eder.