Birbiri ile sınırı bulunan, kültürel veya ticari ilişkileri fazla olan milletlerin birbirlerini kıskanmalarının en üst seviyede olduğu bilinmektedir. Toplumlar birbirlerine olan üstünlük anlayışlarını ya fıkralara aktarmış ya da halk söylencesi dediğimiz bazı ifadelere yansıtarak o millet hakkındaki düşüncelerini dile getirmişlerdir. Bir millet, diğer bir milleti güdümü altına almışsa, o millet üzerinde psikolojik baskı yapacak unsurları iyi kullanmış, kendi kültürünün yüceliğini dile getirirken, karşı tarafı küçük düşürmeyi ihmal etmemiştir.
II. Dünya Savaşı’nın çıkmasının alt yapısında milletlerin birbirlerini küçük görme düşüncesi vardır. Eski Romalılar Almanları hiç beğenmez onlara kaba, işe yaramaz millet nazarı ile bakarlardı. Bu görüş daha sonra Avrupa milletlerinin tümüne yayılmış bu düşünceye tepki olarak Hitler, Almanların üstün ırk olduğu fikrini savunarak felsefesini bu anlayışa tepki olarak geliştirmiştir ki bu düşünce daha sonra II. Dünya Savaşı’nın oluşmasına zemin hazırlamıştır.
İngilizler, Hintlilerin ikinci sınıf bir ırk olduğu fikrini onlara aşılamaya çalışmış, onların kendilerini küçük görmelerini sağlayacak etkinlikler yapmıştır. Hindistan’ın yüz ölçümü İngiltere’den on üç kat fazla olmasına rağmen, İngiltere, sömürü altında tuttuğu Hindistan okullarında kendi yüz ölçümünü çok daha büyük gösteren haritalar kullandırtmıştır.
Avrupalılar, Amerika’yı keşfettiklerinde oradaki yerlilere aynı muameleyi yapmış; onlara yamyam, vahşi damgaları vurarak yerleşim alanlarını artırarak yerli halkı asimile etmişlerdir.
İslamiyet’in ilk yıllarında özellikle Emeviler döneminde Arap yarımadasında Araplar kendilerini üstün bir ırk olarak görmüş, İran ve Türkler için küçük düşürücü ifadeler kullanmışlardır. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-u Lügat-it Türk’ü yazmasının alt yapısında da bu küçük görmelere karşı göstermiş olduğu tepki vardır.
İranlarılar için Araplar Acem kelimesini kullanmış, acemi kelimesi de bir alanda ilk olan kişiler için kullanır olmuştur. Bu kelimeyi Türkler Araplardan alarak Farslılar için kullanmaya başlamışlardır ki Farslıların bu tanıma çok kızdığı bilinmektedir.
OnnikJamgoçyan Osmanlı İmparatorluğu’nda Sarraflık kitabında W.Eton’dan aktardığına göre Osmanlı’da Rumlar için tavşan, Ermeniler için bokçu, Hollandalılar için peynirci, İngilizler için dinsiz, Fransızlar için imansız, Arnavutlar için ciğerci, Tatarlar için leş yiyici lakaplarının kullanıldığını belirtmektedir.
Evliya Çelebi de milletler için şu tanımlarda bulunmuştur: Âk-ı Kazak (İnatçı Kazak), Rus-ı Menhus (uğursuz Rus), Alaman-ı bî-amân (amansız hain Alman), Portakal-ı dâl (sapkın Portekizli), ErdeliErzel (Alçak Erdelliler), Macar-ı Füccâr (Zinakâr Macarlar), Fireng-i bed-reng (Kara yüzlü Frenkler)
R. R. Madden İstanbul gözlemlerine dayanarak Rumların her yerde hırsız, dolandırıcı, hilekâr, Kıptilerin dolandırıcı, hilekâr, Yahudiler, zorla alan, zorba, görevini kötüye kullanan kimseler olarak tanımlamakta ve Türklerin bir Ermeni’yi dolandırmak için bir Kıpti, iki Rum ve üç Yahudi gerektir, dediklerini beyan etmektedir.
Ünlü yazar Câhız (ö. 869) Cimriler Kitabı’nda Bizanslı Yunanlıların bütün toplumların en cimrisi ve tamahkârı olduğunu ispat eden şeylerden biri de, dillerinde (Yunancada) cömertlik kelimesinin bulunmamasıdır, der. Cahız yine, İranlıların sahtekârlığına delil olarak Farsçada, Arapça nasihat (samimi tavsiye) kelimesinin bulunmadığını, çünkü insanları ihtiyacını duydukları şeylere isim verdiklerini böyle bir kelimeye ihtiyaç duymadıklarında ona duyulan ihtiyacın ortada olmadığını gösterdiğini beyan eder.